İspanyol bir gazetecinin gözünden 1920’li yıllarda Teos

Murat Derler şimdilerde Doğanbey-Seferihisar’da yaşayan bir çevirmen. İngiltere’de yaşadığı yıllarda, bir sahafta 1925 yılında yayımlanmış bir kitaba denk gelmiş. Saturnino Ximenes adlı İspanyol bir gazetecinin, 1923 yılında Anadolu’nun batı kıyılarında yaptığı bir geziden gözlemlerini paylaştığı kitap, Bursa’dan Bodrum’a kadar antik Ege kentlerini o günün yerleşimleriyle birlikte anlatıyor.

“Anadolu Harabeler İçinde”, Saturnino Ximenez, Çev: Murat Derler, Heyamola Yay., 2021

Murat Derler pandemi döneminde mecburen herkes gibi eve kapandığı zamanlarda kitabı çevirmeye karar vermiş. Yoğun bir emekten sonra tamamladığı kitap Heyamola Yayınları tarafından yayınlanmış. Yayınevi’nin izniyle, kitabın Teos’la ilgili bölümünden bir parçayı sizinle paylaşıyoruz.

Ama önce bir iki cümle de yazarla ilgili bilgi verelim.
Saturnino Ximenes İspanyol bir savaş muhabiri. Türk-Rus savaşında da bulunmuş. Bir dönem Rusya’da yaşamış. Osmanlı’nın son zamanlarda, Türkiye’de bulunduğu sıralarda Jön Türkler hareketine karşı faaliyette bulunmuş. Dönemin İngiliz diplomatlarının yazışmalarında adı geçiyor. Seçkin bir gazeteci ve yazar, ama aynı zamanda şüpheli bir karakter, muhtemelen bir ajan olarak anılıyor. Kim bilir, belki Anadolu’daki gezisinin de böyle bir amacı var.
Sözü uzatmadan sizi 1920’li yılların Sığacık ve Seferihisar’ıyla baş başa bırakalım…

 

ANADOLU HARABELER İÇİNDE – TEOS

Saturnino Ximenes’in gözünden Teos ve Sığacık limanı.

(…) Antik Teos’un kuzey limanı olan Sığacık Koyu’na ulaşmak için doğrudan Coryceum Burnu’na doğru yola çıktık. Kıyıdan birkaç yüz metre uzaklıkta demirledik. Ova yönünde bize bakan sahilde, sola doğru, Sığacık’ın mazgallı surları ve kuleleri göründü ve sağımızda küçük yarımadanın yüksekliği vardı.  Antik taştan yapılmış eski bir dalgakıran üzerine indik. Liman yetkilileri bizi en mükemmel nezaketle karşıladılar ve tek düşünceleri bize iyi bir misafirperverlik göstermek olan bu insanlar arasında kendimizi çok güvende hissettik. Liman kaptanı bizi kasabaya götürdü ve hemen, kale kapısının üzerinde bir odaya çıkardı; burada, seçkin tavırları olan ve tipik olarak Doğulu nezakete sahip bir genç bize katıldı ve daha sonra da oranın muhtarı ortaya çıktı. Kahve ikram edildi ve sonra küçük yerde dolaştık. Duvarlarının içinde boğulduğumuzu söylemek çok abartılı olurdu zira açık alanının sınırlı olmasına rağmen nüfusu fazla değildi ve yeteri kadar boş alanı vardı (…) Tek bir sokak, küçük kasabayı boydan boya kesiyor ve iki veya üç sokakla birleşiyordu, bütün kasaba buydu. Çarşı, neredeyse hiç malı olmayan bir tezgâhtan oluşuyordu. Sokaklarda kimse yoktu (…) Sığacık’taki hemen hemen altmış ailenin hepsi buradaydı. Kamu binaları; savaş sırasında müttefik filolarının hedefi olan küçük minareli bir cami, bir okul ve kubbeli bir hamamdan ibaretti. Kasabanın girişindeki çeşmenin üzerinde duran mermerdeki eski yazıt, Teos ile çeşitli eyaletler arasında yapılmış, geçmiş anlaşmalardan bahseder. Buna göre Teos kasabası Dionysos’a adanmıştı ve kasabadaki tapınaklarına sığınma hakkı verilmişti. (…)

(…) Uzun zamandır Teos’la ilgili bir sorun vardı: Bir coğrafyacı buranın ada olduğunu, bir diğeri ise yarımada olduğunu söyler. Büyük Plinius açık denizde bulunan ünlü adadan bahsederken, Titus Livius, Teos’un yarımada olduğunu belirtir. Şimdiki Sığacık Limanı olan Geresticum’u anlatırken “Uç noktaları birbirine doğru ilerleyen burunlar, liman öyle kapanmış ki, iki gemi bir araya gelemez.” der…Bu belirsizlik Orta Çağ’a kadar devam etti.

(…) Yunanlı yazarlar, Persler tarafından yerle bir edilen eski tapınaktan neredeyse hiç bahsetmezler ancak bazıları önemli sayıda tez için konu sağlamışlardır. Mimarlık tarihinde bir dönüm noktasıdır. Planları çizen ve binayı denetleyen Hermogenes’in kendi teorileri vardı ve bu işin sorumluluğunu üstlenirken bunları uygulamaya koymak istiyordu. Dorik sanatın güçlü bir muhalifi olarak, kendi tarzının hiçbir şekilde kutsal bir binaya uygun olmadığını savundu. (…) Başlangıçta Teos Tapınağı Dorik olarak planlanmıştı ve bu amaçla gerekli bütün malzemeler bir araya getirilip düzenlendi. Ancak Hermogenes işi devraldığında, tapınağın İyon düzeninde ve tamamen yeni bir tasarıma sahip olmasını şart koştu. Çalışma tamamlandığında Hermogenes’in bir dahi olduğu kabul edildi. (…)

Kitabın yazarı Saturnino Ximenez.

Teos kasabasında bulunan çok sayıda zengin yazıtlar, bu kasabanın kültürünün güçlü bir kanıtıdır ve ayrıca bize, vatandaşlarının yaşamı hakkında ayrıntılar verir. Dionysos Tapınağı’na bitişik duvarlara oyulmuş bir yazıt, bu binanın inşası sonucu kamulaştırılan mülk sahiplerine ödenen tazminatların hesabını vermektedir.  Diğer bir yazıt ise Teos’ta eğitimin yüksek bir gelişme hâlinde olduğunu gösterir. Polythron adında çok zengin bir adam cömertçe kamu eğitiminin yeniden düzenlenmesini sağlar. Okuldaki ilk iki yılında çocuklara ve gençlere müzik ve şarkı sanatları öğretildiğini okuruz. (…) Bir yazıt, gitar çalımı, melodi, ritim, komedi ve trajedi için ödüllerden bahseder, bir diğeri ise Apollon onuruna erkek ve kızların yıllık şarkılarına atıfta bulunur.

Harabelerden alınan taşlarla inşa edilmiş olan Teos yakınındaki küçük Türk kasabası Seferihisar’da, Panathen [Tanrıça Athena’nın doğum günü festivali] ve Dionysos kutlamalarına atıfta bulunan çok sayıda yazıt bulunur.  Panathenastes kelimesi zeytin dallarıyla çevriliyken Dionysos sarmaşık dallarıyla çevrilidir. Dionysostes kurumu, vatandaşlık haklarını satın alarak Teos’u merkez seçmişti. (…) Panathenastes ve Dionysostes, kendi kutlamalarının kurucuları, destekçileri ve teknisyenleriydiler. Asya’daki merkezleri Teos’tu ve özellikle Dionysostesler itibarlarını korumayı başardılar. Dionysos, köylülerin, bitki örtüsünün, üreme ve üretken gücün tanrısıydı, bu nedenle kültü İyonya demokrasilerinde çok geniş bir alana yayıldı. Bu kült, ne Panathenian törenlerinin ağırlığına ne de ağırbaşlı ihtişamına sahipti; hasadı, toprağın yenilenmesini, yaşama sevincini ve sevgiyi kutladı.  Lirik şiirin ebeveyniydi ve Anakreon’un doğduğu tapınağın gölgesi altındaydı. (…)

Bu şair gerçek bir Dionysic/sefahat düşkünü şarkıcıydı. Teos onu onurlandırdı. Bunu yaparken en büyük İyonya şairini onurlandırıyorlardı. Teos ve Anakreon eş anlamlıdır. Teos halkı ona neredeyse efsanevi bir köken atfetmişti. Aslında ailesi hakkında çok az şey biliniyor, ataları hakkında daha da az. İyonya şehirlerinin en şehvetlisi olan Teos’a bir şair gerekti ve ihtiyacı Anakreon karşıladı. (…) “Bana ne” diye yazar, “Gyges’in hazineleri mi yoksa Sardes’in monarşisi mi? Altın beni yüceltmiyor ve bir asaya özlemim yok. Sevdiğim şey saçlarımı parfümlemek, başımı güllerle taçlandırmak; hayatta beni ilgilendiren, yaşanan andır. Hangimiz yarın yaşayıp yaşamayacağımızı biliriz?” (…) Anakreon endişeden hoşlanmaz.  “Zeus’un oğlu, bakımdan kurtulan Dionysos’un gülüşü, ruhumu alır, onun likörü bana dans etmesini öğretir.” der. Hayatı sonsuzca sever, “Ağaçların bütün yapraklarını ve denizin tüm dalgalarını sayabilirsen ancak o zaman sana aşklarımın hikâyesini anlatırım.” der. Onun şiiri kendisince boyanmış Anakreon’dur. Şair için ölüm fikri işkencedir: “Oğlum, ruhuma bakım ve unutkanlık koymak için bana köpüklü şarap getir. Yakında beni bir kefene saracaksınız. Ölüm arzuyla olur.”  Ölüm, şairin mısralarında öfkeye kaçmadan sık sık tekrarlanır. Şair, insan hayatının en geldi ve birden, yaşlı da olsam, hevesle dansın kalbine karıştım. Bekle beni Kibele, kendimi taçlandırmak için bana çiçekler ver, yaşlılıktan uzaklaştır. Bana sonbaharın sevgilisi Dionysos’un likörünü getirin, nasıl konuşulup içileceğini ve kendini güzellerle nasıl bozacağını bilen yaşlı bir adamın enerjisini göreceksiniz.?

(…) Tarentumlu Leonidas, Anakreon kitabesine şunları yazdı: “Bu yuvarlak güneşte gördüğünüz, şarap buharları altında sallanan, başı taçlanmış yaşlı Anakreon’dur.  Gözleri şehvetli ve şefkatli…  Anakreon’un aşkları çok kısa olmalıydı. Lir çalar gibi aynı rahatlıkla seviyordu. “Biraz yedim, Dionysos’un likörünü içtim ve şimdi lirimin şehvetli tellerine dokunuyorum. Sevgilimin cazibesini söylüyorum”. Anakreon’un çalışmaları arasında kadınlara yazılmış çok sayıda mektup vardır. (…)

Harabelere yaptığımız son ziyaretten dönerken bir köylü bizi, ondan biraz antika almaya davet etti. Bir mendili çözerek bize madenî paralar, oyulmuş taşlar ve iki altın küpe gösterdi.  Bizim dikkatimizi küpeler çekti ve yirmi Türk lirası karşılığı satın aldık. Buna değerdi. Her parça, ucu hayvanın ağzına asılacak şekilde, altın işlemelerle süslü mükemmel işçiliğe sahip bir boğa başını temsil ediyordu. Boğa, Dionysos’un karakteristiklerinden biridir. Hatta baş sembolüdür, Tanrı’ya adanmış bu yerde bu bulgunun bize sunulması çok ilginçtir. (…)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir