Seferihisar’ın Ulamış köyündeyiz. Ulamış Tarımsal Kalkınma Kooperatifine ait zeytinyağı fabrikasının yanı başındaki Kozmetik Köy Tesisi’nde. Bu tesis tıbbi ve aromatik bitkileri işleyerek katma değerli ürünlere dönüştürmek üzere İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl kuruldu. Amaç çiftçilerin katma değeri yüksek ürünlere yönelmesi, ekonomik olarak güçlenmesi ve agroturizm için bir altyapı oluşturması…
Kozmetik Köyü takip edecek, bu yönde atılan adımları paylaşacağız. Ama bugün başka bir şey için buradayız. Bugün tesisin salonunda dört haftadır devam eden yeni nesil kooperatifçilik eğitiminin son günü. Çoğu kadın, her yaştan katılımcı masaların etrafında toplanmış, ellerindeki kırmızı kağıtlarla bir şeyler yapıyor. Kooperatifçilik deyince ilk akla gelen, yaşını almış erkek profilinden farklı bir topluluk var karşımızda. Sanırım bu, kooperatifçiliğe ilginin artmasının bir göstergesi ve gerçekten çok anlamlı. İzmir 1960’larda Türkiye’de tarımsal amaçlı köy kooperatiflerinin beşiği olmuştu. Tıpkı o günlerdeki gibi, şimdi de kooperatifçiliğe yeni bir soluk getirme yönünde girişimlere sahne oluyor. Burada Köy-Koop’un ilk kadın başkanı Neptün Soyer’in rolünü kaydetmeden geçmeyelim. Bir de öteden beri İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kooperatifçiliğe destekleri var. Nitekim bu eğitimin düzenlenmesinde de hem Köy-Koop İzmir Birliğinin hem Büyükşehir Belediyesi’nin katkıları olmuş.
Eğitimi bölmemek için sessizce bir köşeye yerleştiğim sırada eğitmen Mehmet Kuzu’nun şu sözü kulağıma takılıyor. “Hormonlu değil organik büyüme.” Adım adım, kendi öz gücünü geliştirip bunun üzerinde yükselerek gerçekleşen bir büyümeye dikkat çekiyor Kuzu. Kooperatiflerin hükümet, yerel yönetim ya da bazı uluslararası kaynaklardan destek alması iyi ve gerekli elbette. Ama bu, kendi öz kaynaklarına dayanmayan hızlı bir büyümeye yol açtığında, kooperatiflerin sürdürülebilirliğini baltalıyor. Sonuç olarak yapay, hormonlu ve kısa ömürlü bir kooperatifleşme ortaya çıkıyor. Bunun en büyük zararı da üretici için bugünün ve geleceğin en kıymetli iş modeli olan ve bunun ötesinde toplumsal roller üstlenen kooperatifçilik fikrinin zedelenmesi oluyor.
Bugün kooperatiflerle ilgili değerlendirmelere temel olan kavramlarından biri sürdürülebilirlik. Kooperatifçiliğin günümüze ayak uydurması ve geleceğe taşınması buna odaklanmayı gerekli kılıyor. Bu kavramın yerli yersiz kullanıldığı ve içinin boşaldığı bir gerçek. Bu tür eğitimler de kooperatiflerin günümüz dünyasında ayakta kalacak beceriler kazanmasını sağlayarak bu kavramın ete kemiğe bürünmesinde işlevli olabilir.
Eğitmen Mehmet Kuzu’nun hazırladığı program da bu becerileri kazandırma hedefi etrafında kurgulanmış. Kuzu kooperatifçilik hareketiyle yakından ilişki içinde bir iş geliştirme uzmanı. İki yıl İsviçre’de yaşamış, burada kooperatifçiliğin oynadığı rolü keşfetmiş. Ardından bir süre Seferihisar Belediyesi’nde danışman olarak çalışmış. 2014 yılında bir kooperatifin kurucu ortağı olarak kooperatifçiliğe ilk pratik adımını atmış. İspanya Mondragon Üniversitesinde kooperatifçilik üzerine bir sertifika programına katılmış. Geçerken şunu da belirtelim; Mondragon üretimin, ticaretin ve toplumsal hayatın neredeyse tümüyle kooperatifler üzerine kurulmuş olduğu, model olarak gösterilen bir kent. Yanlış bilmiyorsam üniversite de kooperatife ait.
Kuzu Anadolu Üniversitesi’nde de kooperatifçilik üzerine bir sertifika programını tamamladıktan sonra Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünde kooperatif iş geliştirme uzmanı olarak çalışmış. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kooperatiflere eğitim ve danışmanlık hizmeti vermiş.
Kuzu’ya Türkiye’de kooperatifçiliğin yapısında nasıl eksikler gördüğünü, böyle bir eğitim tasarlama ihtiyacının nereden doğduğunu soruyoruz:
“Mevcut kooperatifler hantallaşmış yapılar maalesef. Özellikle köklü kooperatiflerde bu hantallığı görüyoruz. Mevzuatın öngördüğü sınırlarda kalmış, dışarı çıkamamış, yenilik konusunda istekli, bunun gereğini hisseden ama bunu gerçekleştirememiş yapılar.
“Geleneksel kooperatiflerin bu zamana kadar dahil olduğu eğitimler de tamamen mevzuatın anlatımı yönünde. Kanun ne diyor, yönetmelik ne diyor, eğitim programları içerisinde de bunlar anlatılıyor. Ancak kooperatifçilik bir pratik. Dolayısıyla uygulamada kooperatifçiliği yeni nesil yöntemlerle buluşturmak gerekiyordu. Ben 2009’dan Avrupa Birliği’nin gençlik programları içerisinde öğrendiğim çeşitli yöntemleri kooperatifçilikteki araçlarla birleştirerek böyle bir eğitim tasarladım. Şu an kooperatifçilik eğitimi olarak bunu uyguluyorum.”
Açıkçası bu röportaj için Ulamış’a gelirken yine uzun uzun mevzuat dinleyeceğim diye endişeliydim. Oyunlar oynayan eğlenceli bir toplulukla karşılaşmak iyi geldi. Bunu Kuzu’yla da paylaştım.
“İlk derslerde mevzuatı da konuştuk tabii. Ama bu eğitimin esas odaklandığı nokta iletişim. Çünkü kooperatifçiliğin temeli iletişim. Üretim, ticaret sonra geliyor. Eğer kooperatifi oluşturan ortaklar arasında güçlü bir iletişim ağı kurulursa ticaret yapabiliyorlar, ekonomik açıdan kalkınabiliyorlar, güçlenebiliyorlar. Kooperatif ortaklı bir yapı çünkü. Bu yüzden ortaklar arası etkileşim, iletişim, bağ kurma, ağ kurma bunların hepsi çok önemli. Biz de bu eğitimde dünyada yaygın olarak kabul görmüş sosyokrasi, şiddetsiz iletişim gibi biçimleri yoğun olarak anlatıyoruz. Bunu da grup halinde oyunlarla, nesneleri kullanarak yapmak daha kalıcı oluyor.”
İki grup halinde düzenlenen eğitime toplam 40 kişi katılmış. Onlardan biri olan Nazan Kurt da Kuzu’yu destekleyen şeyler söylüyor. İzmir’de kostüm üretiyor, el işleri yapıyormuş. Birey olarak tek başına bir şey yapmanın çok zor olduğunu düşündüğü için bu eğitime katılmak istemiş. Ortaklaşa bir şey yaptığında kendini daha iyi adapte ettiğini ve daha üretken olduğunu söylüyor. Burada iletişim alanında öğrendiği şeylerin, sorun çözmek, insanları dinlemek, anlamak ve ikna etmek üzerine yapıcı bir iletişim kurmanın, sadece ileride girişmeyi düşündüğü kooperatifte değil hayatın her alanında kendisine faydalı olacağını düşünüyor.
Katılımcılar arasında kooperatifçiliğe yeni adım atanların ve henüz yolun başında olanların dışında Seferihisar’ın çeşitli köylerinden kooperatif ortakları da var. Onlardan biri Nefise Erol. Erol Hıdırlık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ortaklarından, 2010 yılında ilk kurulduğu zamandan beri kooperatifin içinde. O ise pratik tecrübeler çok önemli olsa da bu eğitimlerin yerinin başka olduğunu belirtiyor. Bilgilerini tazelemek ve yeni şeyler öğrenmek için gelmiş. Oyunlarla ve görsel araçlarla desteklenen eğitimin başta değişik geldiğini ama daha kalıcı olduğunu fark ettiğini söylüyor. Ayrıca değişik alanlardan gelen katılımcıların fikirlerinin de kendisi için ilham kaynağı olduğunu ekliyor. Kooperatiflerinin pandemi döneminde daralan faaliyetlerini yeniden geliştirdikleri bu dönemde, bu eğitimde edindiği bilgilerin çok faydalı olacağını vurguluyor.
Mehmet Kuzu’ya bu eğitimin sonuçlarını takip edip etmediğini, katılımcıların sonraki faaliyetleri üzerinde bir etkisini gözleyip gözlemediğini soruyorum. Katılımcıların ilk izlenimlerinin çok olumlu olduğunu, böyle bir eğitim beklemediklerini ve memnun ayrıldıklarını söylüyor. Sonrasında faaliyetlerini yakından takip ettiği ve destek olduğu bir kooperatif olarak ise Kahramanmaraş’tan Mutlu Besin Kooperatifinden bahsediyor. Deprem olmasına rağmen ayakta kalmayı başarmış, satış kampanyaları düzenlemiş ve sonuçta felaket sonrası kooperatif eliyle bir yerel kalkınma modeli olarak öne çıkmış bir örnek olarak anlatıyor Mutlu Besin Kooperatifini. Mutlu Besin’in hikayesini merak ederseniz şuradan okuyabilirsiniz.
Salonda tanıştığım katılımcılar ilk gözlemimi, kooperatifçiliğe karşı ilginin arttığı yönündeki düşüncemi pekiştiriyor. En genç katılımcılardan İbrahim Tuna Tekin, Ege Üniversitesi’nde ziraat mühendisliği öğrencisi. Kooperatifler olmadan tarımsal kalkınma olmayacağını düşündüğünü ve fakültede öğrendiklerinin ötesinde, kendisini kooperatifçilik alanında geliştirmek istediği için geldiğini söylüyor. Ailesinin Menderes’te zeytin ve meyve bahçeleri varmış, ancak babasının şimdiye dek herhangi bir kooperatif deneyimi olmamış. Olsaydı daha bilinçli üretim yapabileceklerini ve bir işletme kurma ve ürünlerini pazarlama konusunda daha başarılı olabileceklerini düşünüyor. Burada kooperatifçiliğin ne olduğunu, buna dayanan bir iş modelinin nasıl geliştirilebileceğini öğrendiğini ekliyor.
Eğitime katılanların çoğunluğu tarım ve ev içi üretim alanından. Ama başka alanlardan katılımcılar da var. Örneğin Nigâr Hercan Ürkmez Kadın Tiyatro Topluluğundan. Aldığı ödüllerle tanıdığımız Tiyatro Topluluğunun çalışmalarını kooperatif tarzı bir kurumsal yapıya dayandırabilirlerse, hem daha kolektif bir biçimde tiyatro üretimlerini geliştirebileceklerini hem de turnelere, festivallere daha rahat katılabileceklerini düşünmüş ve bu eğitime katılmışlar.
Kooperatifçiliğe yönelik artan ilgiyi Mehmet Kuzu’ya da soruyorum. O da böyle düşündüğünü, bu ilginin sağlıklı bir şekilde gelişen kooperatifler sayesinde geleceğe taşınabileceğini aksi takdirde hayal kırıklığına dönüşebileceğini belirtiyor.
Bir yandan ağırlaşan ekonomik koşullar bir yandan toplumsal bağlarda zayıflama ve parçalanma… Tüm bunlar işbirliği ve dayanışma temelinde çalışan kooperatifleri, hem bir iş modeli hem de bir arada olmamızı sağlayıp toplumsal sorunlara çözüm öneren bir yapı olarak yeniden gündeme getiriyor. Bunun için işbirliği ve dayanışma becerilerini geliştirmeye odaklanan kooperatifçilik eğitimleri önem kazanıyor.
Bir cevap yazın