Seferihisar’ın adı ve komşu Doğanbey’in tarihindeki önemli bir olay üzerine

Merhaba değerli okurlar.
Bu ilk sohbetimizde, söze Seferihisar’ın adı üzerine konuşmakla başlamamız yerinde olacak sanırım. O konuda, Türkiye’deki Tarihsel Adlar kitabımda (İnkılâp Kitabevi yayını, 865 sayfa, 1. basımı İstanbul 1993, s. 717) vermiş olduğum bilgiyi aynen aktarıyorum:
“Seferihisar. Osmanlı yönetim örgütünün 16. yüzyıl belgelerinde, Sığla Sancağı İzmir kazasının Sifrihisar nahiyesi (Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş, s. 180). Aynı yerleşimin adı, 19. yüzyıl belgelerinde, yine Sığla Sancağına bağlı “Sifrihisar mea nâhiye-i Hereke” diye geçiyor (mea yahut maa, Arapçada, “ile, birlikte” anlamında bir ön-ek’tir). Böylece, adın kökenini anlıyoruz. Hereke adı Rumca “kazık, kazıklı çitle berkitilmiş yer” anlamında Kharax’tan bozma olduğuna ve bu Sifrihisar, bir Hereke nahiyesinde, nahiye merkezi Hereke’nin (şimdi köydür) yanında bulunduğuna göre, Sifri (yani, Sivri) Hisar adı aslında Kharax’ın çevirisinden başka şey değildir; Sifri Hisar adı zamanla Seferihisar olmuştur.”
Eski Hereke köyünün şimdiki adı Düzce’dir; bu, İzmir’den güneye, Seferihisar’a giderken Seferihisar’a varmadan önce (içinden değil, yanı başından) geçeceğiniz sonuncu köydür ve Seferihisar’ın 6-7 km. kadar kuzeyindedir.
Seferihisar’ın merkezi çok yakın geçmişte, Cumhuriyet döneminde gelişmiş bir yerleşimdir. Bu nedenle, içinde tarihsel kalıntı denebilecek bir şey yoktur; tarih kitaplarında anlatılan bir olay dolayısıyla anılmışlığı da yoktur. Oysa, çok yakınındaki birkaç yerin böyle olaylar dolayısıyla anıldığını biliyoruz. Örneğin hiç ummayacağınız bir yerde, Seferihisar’ın 15 km kadar güneyinde, deniz kıyısından biraz içeride ve yüksekte bulunan Doğanbey, eski adıyla İpsili diye sözü edilerek tarihte anılıyor. İpsili (Uyhlη) ”yüksek” anlamındaki İpsilos sıfatının, kent adı olabilecek dişi biçimidir. Yerleşimin (Doğanbey’in atası olan yerleşimin) adı, geç Bizans döneminde, Rumlarca böyle kullanılıyordu. Adın daha eski biçiminde ise son harf eta değil, alfa’dır ve a değerindedir. Doğanbey’in atası İpsila/İpsili, Osmanlı dönemi tarih yapıtlarında İpsili Hisarı diye anılıyor. Aydınoğulları’nın sonuncusu, (babası Yıldırım Bayazit zamanında İzmir sü-başı’lığına atanmış olduğu için İzmiroğlu diye de bilinen) Cüneyt Bey, burada yakalanmış ve öldürülmüştü. Bu olayın öyküsü, dilimize benim çevirdiğim, yurttaşımız Ayasluk/Selçuklu tarihçisi Doukas’ın yapıtında (Tarih – Anadolu ve Rumeli, 1326-1462, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2008, s. 169-174) ayrıntılı olarak anlatılır. Ben şimdi, anlatılanın özetini, Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi – Türkiye Türkleri Ulusunun Oluşması kitabımda (İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1998, s. 169 sonu) yer alan içeriğiyle, aktaracağım:
(Bayazit’in oğlu, yalaka Osmanlı tarihçilerinin Düzmece dediği Şehzade Mustafa’nın Edirne’de tahta geçmek başarısını göstermesine rağmen 1422 yılında savaşta onu yenen ve Bizans İmparatoru Manouel’in kışkırtıp ortaya saldığı bir diğer taht iddiacısını, kendisinin öz kardeşi, çok genç yaştaki, bu nedenle Küçük Mustafa Çelebi diye anılan diğer Mustafa Çelebi’yi de ertesi yıl boğdurtarak bertaraf eden) II. Murat, devletinin Anadolu’daki üstünlüğünü berkitme çabasına girdi, Menteşeoğulları Beyliği üzerine yürüyüp, direniş görmeden bunun ülkesini aldı (1425); Aydınoğullarının sonuncusu, İzmiroğlu Cüneyt Bey üzerine ordu gönderdi. Akhisar ile Salihli arasındaki savaşta Aydınoğulları ordusu yenildi. Cüneyt kaçtı, Sisam Adası karşısında deniz kıyısında yüksekçe bir yerde olan ve Rumca kökenli adını da bu konumuna borçlu bulunan İpsili Hisarına sığındı, fakat burada kuşatılınca teslim olmak zorunda kaldı, öldürüldü, Aydınoğulları Beyliği tarihe karıştı.
Aktardığım anlatıma şimdi sadece şu eklemeyi yapmam yerinde olur: Son zamanlarda yüceltilmesi özellikle iktidar yandaşı, bildiğiniz kafadaki basında pek moda olmuş Osmanlı’nın tarihinde utanılacak, utandıracak, yüzler karası vukuat saymakla bitmez; onlardan biri de, az önce sözünü ettiğimiz, İpsili/Doğanbey’deki olayda görülmüştür ve Cüneyt’e, teslim olursa öldürülmeyeceği, kendisini teslim alanların onu Sultan Murat’ın huzuruna götüreceği yolunda yeminle berkitilmiş taahhüt verildiği halde gece yorgunluktan bitkin durumda uyurken kafasına topuz vuruşuyla öldürülmüş, bütün çoluk çocuğunun da, küçücük olanlar dâhil, kafaları kesilmiştir.

Yazar: Bilge Umar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir