Ekokırım Yasası için yurttaştan yurttaşa çağrı

Son günlerde “yurttaşlar ekokırım yasasını hazırlıyor” başlıklı bir kampanya gözünüze çarpmış olabilir. Bizim çarptı ve kafamızda sorular oluştu. “Ekokırım ne?.. Yasayı meclis yapmaz mı, yurttaşlara ne oluyor?.. Bu yasa çıkacak da ne olacak?…”
Bu soruları ve daha fazlasını, yasa tasarısını hazırlayan hukukçulardan Avukat Arif Ali Cangı’ya sorduk:

– Baha Okar: Önce çok merak ettiğim bir şeyi sorayım, yurttaşlar olarak biz yasa hazırlayabiliyor muyuz?

– Arif Ali Cangı: Bizim mevzuatımızda böyle bir düzenleme yok. Bazı ülkelerde örneğin yüz bin imzayla yurttaşlar yasama organına yasa teklifi verebiliyorlar. Bizde böyle bir hak yok ama dilekçe verme hakkı var. Biz de öyle yapıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne dilekçe verme hakkından yola çıkarak bir yasa teklifi hazırlayalım, teklif yurttaştan gitsin, yasalaştırmayı tabii ki yasama organındakiler yapsın dedik. Bu tasarı, imzalayan yurttaşlar sayesinde hem şimdiki Meclis’in hem de seçim çalışmaları yapan siyasetçilerin gündemine girecek ve biz soracağız; “bu teklifimizi yasalaştıracak mısınız? Yasalaştırmayacak mısınız?”

– Daha önceden böyle bir örnek var mı?

– Bizim ülkemizde yok, bu ilk oluyor. Aslında tasarının kendisi kadar yöntem de önemli. Ekokırım, ekolojik sorunlar, yaşamın korunması ve geleceğin kurulması tüm insanlığın sorunu haline geldi. Böyle bir yasa tasarısı önermek, yurttaşların yaşamın kendisine sahip çıkmak için siyasete doğrudan müdahale etme, yasama faaliyetine katılma çabası olarak da görülebilir.

Ben şu şekilde yorumluyorum. Var olan çevre hukuku çevreyi korumuyor. Kimi yasal düzenlemelerin yetersizliğinden, sözleşmelerdeki eksikliklerden, yorum hatalarından ve uygulamalardan kaynaklanan bir tıkanma hali söz konusu. Bu yüzden hukukçular bir süredir hukukun da ekolojik hale gelmesini tartışıyorlar. Ekolojik bir hukuk, hukuk kurallarının hem kaynağı hem uygulaması açısından önemli. “Yurttaş kendi ekokırım yasasını yapıyor” kampanyası, o arzu ettiğimiz ekolojik hukukun yaratılmasının da bir deneyimi olabilecek. Çünkü hak sahibi olanlar, doğrudan doğruya “böyle bir yasa yapılmasını istiyorum” diyorlar ve bir süreci başlatıyorlar. Bu ekolojik hukuk için de bir başlangıç olabilir umudundayım. Toplumun bu talebi ne kadar güçlü dile getirdiğine bağlı olarak ekolojik yasalar da anayasa değişiklikleri de gündeme gelebilir.

– Peki, tasarının kendisine gelelim, “ekokırım” ne demek? Böyle bir yasa tasarısı ihtiyacı nereden doğdu?

– Dünyada yaşam tehlikeli bir noktaya doğru gidiyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün değerlendirmesine göre 21. yüzyılın en büyük sağlık problemi iklim değişikliği. İklim krizinin geldiği bu aşamada, yaşanan pandemiye, olağandışı doğa olaylarına, meteorolojik olaylara karşı da başka türlü yaklaşmak durumundayız. Yoksa yaşamın tükenmesi riskiyle karşı karşıyayız. Bugün bir araştırma dünyada bir milyon türün yok olduğunu söylüyor. Bir milyon türün yok olması, birbirini etkileyen zincirler halinde insan dahil pek çok türün yok olması sonucunu doğuracak bir sürecin devam ettiğini gösteriyor. Ve bilim insanları, iklim krizini geldiği aşama itibariyle geri çevirme şansı olmadığını söylüyor. Sadece etkisinin azaltılabilmesi için küresel ısınmanın 1,5 derecenin altında tutulması gerektiği tartışması devam ediyor.

Böyle bir dünyada tüm sorunlara başka türlü yaklaşmak durumundayız. Başka türlü yaklaşırken de ekolojiyi etkileyen eylemleri, olayları başka türlü yorumlamak, başka türlü tanımlamak, yeni kavramlar geliştirmek durumundayız.

– Ekokırım yasası da böyle bir yeni tanımlama mı?

– Evet, bu yaşam döngüsünün tehlikeye girmesinden dolayı dünyada bir süredir ekokırım suçu tartışması devam ediyor. Biliyorsunuz, insanlık tarihine baktığımız zaman her ulusun kendi ceza yasalarındaki düzenlemelerin yanı sıra tüm insanlık aleminin kabul ettiği, tüm insanlığı ilgilendiren suçları görüyoruz. İnsanlığa karşı suçlar, soykırım suçları, savaş suçları gibi. Bunlar Uluslararası Ceza Mahkemesinin görev alanına giren suçlar ve pek çok ülke bunu kabul etmiş.

– Biz ediyor muyuz?

– Yok, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bunu kabul etmiş değil. Ekokırım yasası Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olan devletler topluluğunun 2019’da yaptığı toplantıda Pasifik ada ülkeleri tarafından gündeme getirilmiş. Neden onlar gündeme getiriyor? Çünkü küresel ısınmanın onları yok edecek ilk önce. Buzulların erimesiyle birlikte bu ülkelerin yok olma tehlikesi var. Şimdi bu yasa Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin gündeminde ama bunun yasalaşması, sözleşmeye bağlanması ve uygulanması epey zaman alacağa benziyor. Bu kapsamda 2021 yılında kurulmuş olan “Stop Ecocide Foundation” (Ekokırımı Durdurun Vakfı) dünyanın değişik ülkelerinden özellikle hukukçuların oluşturduğu bir toplulukla ekokırım suçunun tanımını yapmaya girişmiş ve bayağı uzun bir çalışma sonucunda bir tanıma ulaşmış.

– Bu tanımı paylaşır mısınız?

– Tabii. Ortaklaşılan bu tanıma göre; “çevreye ağır ve geniş çapta ya da ağır ve uzun vadeli bir biçimde zarara yol açmasının kuvvetle muhtemel olduğunun bilincinde, yasa dışı ve keyfi olarak işlenen fiiller ‘ekokırım suçunu’ oluşturur.” Uluslararası toplumda kabul görmüş metin bu ve soykırım gibi insanlığa karşı işlenen suçlardan yola çıkarak böyle bir tanımlama yapılmış.

Dünyada bu çalışmalar sürerken bizim ülkemizde de iklim adaleti koalisyonu bünyesinde bir ekokırım çalışma grubuyla böyle bir çalışma yürütüldü. İstanbul’da bir toplantı düzenlendi. Uluslararası deneyimler paylaşıldı. Toplantı sonunda “biz ne yapacağız”a geldik. Çünkü biraz önce söylediğim gibi bizim ülkemiz Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanımış durumda değil. Üstelik oradan bir şey çıkması uzun süreceğe benziyor. Zira güçlünün hukuku geçerli olduğu için, ekokırıma yol açan politikaları yürüten devletlerin buna onay vermesi, bunu yasalaştırması çok uzun zaman alacak. Biz de “bunu ülkemizde gündem yapabilir miyiz?” diye düşündük. “Neden bizim Ceza Kanunumuza ekokırıma ilişkin bir madde eklenmesin” düşüncesinden yola çıkarak bu kampanyaya başladık.

Ceza Kanunumuza özel bir düzenlemeyle eklenmiş olan ve zaman aşımı işlemeyen, sınır tanımayan bir “Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suçlar” bölümü var. Buraya eklemenin uygun olacağını düşündük. “Soykırım, İnsanlığa ve Gezegene Karşı Suçlar” şeklinde bir başlık değişikliğiyle birlikte bu yasa teklifini hazırladık.

EKOKIRIM YASA TASARISI  

– Bu teklif fikir ve kapsam olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne önerilen tanımla aynı mı?

– Oradan esinlendik ama oradaki kavramların bir kısmı bizim ceza hukukumuza çok uymuyor. Mesela “keyfilik”; biz bunu Türk Ceza Kanunu’ndaki “kasten, taksirle, bilinçli taksirle” gibi nitelemelerle tanımladık. Dolayısıyla yapılacak yasal düzenlemenin Türk Ceza Kanunu’nun formatına, kavramlarına uygun olmasını gözettik.

Hazırladığımız teklifte mümkün olduğunca onu kapsayan hatta onu da aşan bir şey düzenlemeye çalıştık. Uluslararası tasarı sadece çevreyi esas alan bir düzenleme. Biz bunun yanı sıra kültürel çevreden bahsettik. Hasankeyf’in yok edilmesi ne olacak? Kültürel çevrenin tahribatını ve yıkımını da bu kapsamda değerlendirmek gerekir diye düşündük.

Tabii bu çok ağır bir suç. Bir tehlike suçu. Fiilen sonucu ortaya çıkmadan, zarara yol açmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda, zarar daha meydana gelmeden buna göre bir yaptırımın olması gerekiyor. Çünkü amaç ekokırım oluşmadan fiili önlemek. Zarar meydana geldikten sonraki bir ceza çok tali kalıyor.

– Tasarıda ekokırım suçunun cezası müebbet, bu yaptırım biraz ağır değil mi?

– Ekokırım suçu oluştuğu, o zarar meydana geldiği zaman geri dönüşü yok. Yarattığı zarar çok büyük. Yani sadece insan değil insanlarla birlikte diğer canlıların da kırımına yol açacak bir suçla karşı karşıyayız. Bizce yaptırımının da bu yüzden ağır olması uygun.

– Tam burada tanımı biraz netleştirebilir miyiz? Doğaya karşı işlenmiş olan ama ekokırım olarak tanımlayamayacağımız suçlar da var herhalde. Ayrım nerede, ekokırım suçu nerede başlıyor?

– Tanımda bunlar var ama bir yorum gerekiyor tabii. “Ekosistemde kısa vadede telafisi mümkün olmayacak zarar” diyoruz mesela. Kısa vade nedir? Bana göre insan ömrünün yarısıdır. Bir başkasına göre insan ömrüdür ya da birkaç kuşaktır. Bu tartışılmalı. Ama şimdiki iklim krizini derinleştiren suçlara bakarsak, bunların telafisi hiç mümkün değil. Geri dönüşü mümkün olmayan zararlar doğuruyorlar.

Ama tabii ki her şeye ekokırım denmeyecek. Bunlar tartışılmalı. Bu süreç metnin tartıştırılması, yasalaşma aşamasında değişikliklere uğraması, yasalaştıktan sonra da yine somut sorunlar üzerinden tartıştırılarak içtihatlarla, öğretinin yarattığı düşünce ve yorumlarla uygulanması şeklinde ilerlemeli.

Zaten bu çalışmanın en temel amacı ekokırımı Türkiye’nin gündemine sokmak ve ekolojik bir hukuk anlayışını oluşturmak. Bu tartışma bunu sağlayacak. Siyasiler, biliminsanları tartışmaya başlayacak. Herkes dikkatini buraya çevirecek.

– Bu ayrımı daha iyi anlamak için soruyorum. Ölçekle ilgili bir kıstas var mı mesela? Atıklarını kontrolsüzce boşaltan bir fabrika ile mesela bütün Ergene Nehri’nin sistematik atıklar yüzünden kirlenmesi, bütün havzayı zehirlemesi arasında böyle bir fark olabilir mi?

– İşte bunların hepsi tartışılacak. Mesela Marmara Denizi’ndeki müsilaj oluşumu bir ekokırımdır. Kanal İstanbul bir ekokırım suçudur. Ama ayrım basitçe ölçeğin büyüklüğü değil. Mesela Akbelen ormanının korunması mücadelesi de bir ekokırımı önleme mücadelesidir. Burada alanın genişliğine değil yarattığı etkiye bakmak lazım. Çünkü o orman iki ekosistem arasında bir koridor durumundadır, canlılar için bir geçiş noktasıdır ve onun yok olması doğu ve batısındaki ekosistemlerin de tahrip olması demektir.

Ya da sizin oradan, Seferihisar’dan bir örnek verelim. Orada denize yapılan müdahaleler var. Deniz ekosistemini de atlamamak gerekiyor. Seferihisar kıyısının kendine özgü bir deniz ekosistemi var ve mesela orada yat limanının genişlemesi ya da balıkçı barınağı adı altında büyük limanların yapılması gibi girişimler de bu bakımdan tartışılmalı. Nereye kadar bir çevre suçudur, nereye kadar küçük de olsa bir ekosistemin geri dönüşü olmaksızın tahrip edilmesidir?..

Tabii ki her çevre suçu ekokırım suçu değildir. Ama bu tartışmalarla gelişecek anlayış sayesinde, ekokırım düzeyinde olmayan çevre suçlarına karşı var olan ama çok yetersiz kalan ve çoğu zaman uygulanmayan TCK 181-182 de işler hale gelecek. Bunlar çevreyi kasten ya da taksirle kirleten suçlara karşı maddeler ama kimse bilmiyor. Gerçekten de böyle. Savcılarımız ilgilenmiyor, hakimlerimiz bilmiyor. Böyle tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Bu tartışma sayesinde bunlar da belki daha işler hale gelecek.

Dediğim gibi burada amaç ekolojik yıkımın önüne geçmek. Bu kuşağın ve gelecek kuşakların yaşamını güvence altına alacak şekilde yeryüzünü korumak. En basit yaklaşımla böyle bakmak lazım. Çok kibirliyiz, her şeyi değiştirebileceğimizi, her şeyi yönetebileceğimizi düşünüyoruz. Aslında hiç de öyle değil, doğa karşısında çok zayıf olduğumuz alanlar o kadar çok ki. Ama madem öyle düşünüyoruz, o zaman yaşamın geleceğini de kurgulamak, koruma önlemleri almak zorundayız. Doğanın parçası olduğumuzu unutmadan doğayla uyumlu bir yaşamı kurmak zorundayız. Ekolojik bir hukuk da bunun bir parçası olmalı.

– Bu yasa tasarısının farklı bir boyutu da bu herhalde. Her şeyi insan merkezli konuşuyoruz ama burada doğayı esas alan bir yaklaşım var gibi…

– Bu tanımlamada doğal ve kültürel varlıklar bir özne haline geliyor. Zaten doğanın hakları, doğanın bir hak öznesi olması felsefi ve politik olarak tartışılan bir şey. Ekokırım yasası bunu hukuksal bakımdan tamamlıyor. Kendi çıkarını doğanın çıkarından ayrı görmeyen, doğayla mücadele ederek değil uyum içinde var olan bir yaklaşım gerekiyor. Peki doğanın haklarını kim savunacak? Bir ağacın gelip de kendini bize karşı savunacak hali yok, yine biz savunacağız. O nedenle doğa hakları boyutuyla da bunu bir başlangıç olarak görmek lazım.

Avukat Arif Ali Cangı

– Peki süreç nasıl işleyecek? Çalışmayı başlattınız, bu yasa tasarısını benimseyen ve öneren yurttaşlardan imza toplamaya başladınız. Sonra?..

– Burada şunun altını çizeyim önce. Biz sadece bu işin bir anlamda ilk angaryasını yaptık, tasarıyı hazırladık ve koordinasyonunu yapmaya çalışıyoruz. Ama aslında bu çalışmanın bir sahibi yok. Dikkat ettiyseniz herhangi bir çağırıcı yok, bir imza yok. Bu tümüyle yurttaştan yurttaşa bir çalışma. Yani her yurttaş her düzeyde katılabilir. Bunun bir yurttaş kampanyası olduğunu atlamamak ve gölgelememek koşuluyla, siyasi örgütler, ekoloji örgütleri, meslek odaları, her kurum bunu kendisine iş edinebilir. “Biz bu kampanyayı destekliyoruz” deyip üyelerini davet edebilir. Bu bir yurttaş kampanyası ve bu şekilde yürürse siyasi geleceğimiz açısından ciddi kazanımlar yaratacağını düşünüyorum.

Sorunuza gelirsek, 30 Nisan’a kadar imzalar toplanacak. Sonrasında imzaları alıp Meclis’e gideceğiz. Meclis Başkanlığı’na götüreceğiz. Tüm siyasi partilere ulaştıracağız. “Yurttaşlar sizden bu tasarıyı gündeme almanızı ve yasalaştırmanızı bekliyor” diyeceğiz. Hem mevcut vekillerden hem de yeni adaylardan bunu talep edeceğiz. Daha şimdiden milletvekilleri, siyasiler aramaya başladı, “biz de buna imza atabilir miyiz, bu kampanyaya katılabilir miyiz?” diye. “Atabilirsiniz ama birer yurttaş olarak, yani vekil değil asıl olarak atabilirsiniz” diyoruz. Vekil olarak üzerlerine düşen sorumluluk, esas tasarı meclise geldiğinde başlayacak.

– Bu bakımdan umutlu musunuz peki? Meclisteki partiler, milletvekilleri böyle bir şeye sahip çıkmaya yakın durur mu sizce?

– Bu bize bağlı. Yurttaşa bağlı. Bu talebin arkasında, toplanan imzalarda cisimleşen bir toplumsal destek olacak. Eğer toplumun her kesiminde böyle bir çalışma yapılırsa hiçbir siyasi parti, hiçbir siyasi aktör buna hayır diyemez. Bu tamamen bize bağlı.

– Kolaylıklar diliyoruz. Bizim de çorbada tuzumuz olsun, okurlarımıza bir çağrı yapalım. Yurttaşların ekokırım yasa tasarısını buradan indirebilir, imzalayabilir ve çevrenizden imza toplayabilirsiniz.

Yurttaşın Ekokırım Kanun Teklifi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir