Bütüncül yönetim sayesinde hayvancılıkla toprağı beslemek

Edwin Clarke İzmir doğumlu. İsmine bakıp aldanmayın, çoğumuzdan daha fazla “buralı”. Babamdan sonra gördüğüm, hâlâ “Allaha ısmarladık” sözüyle veda eden ikinci kişi diyebilirim.

Edwin Clarke ile Ataköy’de bütüncül yönetimle iyileştirmeye çalıştığı arazisinde görüştük.

İktisat okumuş, 10 yıl kadar kurumsal işlerde çalıştıktan sonra 2010 yılında hayvancılığa başlamış. Konvansiyonel yöntemlerle süt keçiciliği yapmış. Sonra “ne bu ya, habire ilaç, habire yem” diyerek başka arayışlara girmiş. Tarımda hayvancılık ve bitkisel üretimin birlikte yürütüldüğü bütüncül yönetimle tanışmış. Bütüncül yönetimi Türkiye’de hem teorik olarak hem de uygulamada var etmeye ve geliştirmeye çalışan Anadolu Meraları topluluğuna dahil olmuş. Aldığı eğitimden sonra bu konuda eğitim vermeye ve gözetmenlik yapmaya başlamış. Geçtiğimiz yıllarda Menderes’te Ataköy’deki arazisinde hayvancılık esaslı bir uygulama yapmış. Şimdilerde ise toprağını tarımsal olarak iyileştirecek uygulamalar yapıyor. Kendisini aradık, bulduk, nedir bu “bütüncül yönetim” diye sorduk.

Söyleşinin tamamını podcast olarak dinlemek için;

– Hayvancılıkta konvansiyonel yöntemlerden bütüncül yönetime geçmişsin. Nedir farkı?
– 1950’lerden sonra hayvancılık tarımdan ayrılmış, ayrı bir şeymiş gibi görülmeye ve planlanmaya başlanmış. Nasıl işliyor? Kapalı alanlarda entansif yani yoğunluklu bir şekilde hayvan üretimi yapılıyor. Hayvanın bütün ihtiyaçları dışarıda üretildikten sonra yem olarak hayvanların önüne getiriliyor, bu şekilde beslenen hayvanların eti ve sütü oradan alınıyor. Sağlık için gerekli her şey yetiştirici tarafından dışarıdan sağlanıyor. Tabii ki bütüncül bir besleme olmadığı ve hareketlilik için optimal olan alandan çok daha kısıtlı ve çoğu zaman kapalı bir alanda yapıldığı için, başta solunum yollarıyla ilgili sorunlar olmak üzere hayvanların sağlığı da kötü etkileniyor. Bunun için ahırlarda antibiyotik gibi ilaçlar yoğun olarak kullanılıyor. Sürekli dışarıdan girdiyi gerektiren bir kısır döngü bu.

Ben bunu 3-4 senelik hayvancılık deneyimim içerisinde kendim de gördüm. Fabrika yemi alıyorduk. Bu yemler hayvanın günlük ihtiyacını karşılayacak şekilde hazırlanmış rasyonlardır. İçerisinde çeşitli tahılların yanı sıra verim yüksek olsun diye üre gibi bazı katkılar da olur. Bunlar tabii hayvanı zorlayan şeyler. Keçi zaten beslenme konusunda da hassas bir hayvan. Bir de hayvanların sağım esnasında memelerinde oluşan hastalıkları gidermek için ilaç kullanıyoruz. Kısa sürede bütün olumsuzlukları yaşadık.

Bütüncül yönetim ise sistemin tüm öğelerini birlikte ele alan bir yöntem. Hayvancılığı tarımsal üretimin ve doğal işleyişin organik bir parçası olarak görüyor. Benim bunla tanışmam da “neden bu hayvanlar açık arazilerde otlamıyor, neden hayvancılığı başka biçimde ele almıyoruz” diye düşünürken oldu. Anadolu Meraları dediğimiz oluşum o yıllarda bunun eğitimlerini vermeye başlamıştı, bunlara katıldım.

Bu eğitimlerle beraber gördüm ki üretimin esas kaynağı aslında hayvan değil. Esas üretimi yapan aslında bitkiler, fotosentez. Hayvanlar bu ekosistemin sağlıklı şekilde devamını sağlayan bir parçası. Topraktan başlayalım o zaman dedim. Bu arazide bütüncül yönetim çerçevesini kullanarak planlı otlatmayla onarıcı tarım uygulamaya başladım. Hayvanları araziye entegre etmek toprağın onarımı için bulabileceğimiz en muhteşem araçlardan biri çünkü.

– Hayvancılığın tarımsal üretimi kötü etkilediği yönünde genel bir düşünce var, sen ise hayvancılıkla toprağı onarmaktan söz ediyorsun.
– Evet öyle bir kanaat var. Bu da son 60-70 yılda ortaya çıktı aslında. Hayvancılığı göçer olarak yaptığımız yıllarda hayvanlar hareket halindeydi. Arazinin iyileşmesi ve kendini toparlayıp yenileyebilmesi için bir süre tanınıyordu. Ama hayvanlar yerleşik bir şekilde beslenmeye başladıktan sonra, sadece ahırlarımızın içinde ve çevresinde otlatma yapılmasıyla toprakta çok ciddi verim kaybına, habitat kaybına sebep oldu. Ama bu hayvanlarla ilgili değil işin yönetimiyle ilgili.

Bütüncül yönetimin fikir babası Allan Savory doğadaki, yaban hayatındaki duruma dikkat çekiyor. Avcı hayvanların baskısı altındaki hayvanlar otlandıkları bölgede muazzam bir devinime sahipler. Toplu olarak, birbirlerini koruyacak sıkışık şekilde bir bölgede otluyorlar. Hızlı hızlı otladıkları için kopardıkları otların büyük kısmı toprağın üstüne saçılıyor. Aynı bölgeye dışkılıyorlar ve sonra yaşamlarını koruma dürtüsüyle başka bir bölgeye ilerliyorlar. Bu devinim toprağa zarar vermeyen aksine onu besleyen bir ilişki doğuruyor. Bizim yırtıcıları ortadan kaldırmamızla başlayan süreç, insan yerleşimlerinin yanı başında yoğun hayvancılık faaliyetine varınca bu ilişki tamamen ortadan kalktı.

Aslında bütüncül yönetimde biz yaban hayatını taklit ediyor, bu teknikleri planlı şekilde uyguluyoruz. Bu sadece mera arazileri için geçerli değil, aynı şekilde tarıma da entegre edebiliyoruz.

“Ne uğraşıyorsun, daya ot ilacını” diye akıl verdiğimiz Edwin tarafından tokatlanırken.

– Nasıl mesela?
– Kendi arazimden örnekleyeyim. Buradaki toprağın organik maddesine, üzerindeki vejetasyona baktığımızda çok verimli olmayan, sadece birtakım baklagiller gibi binlerce yıllık deneyimden geçmiş yerel türler için elverişli marjinal bir arazi olduğunu gördük. Bazı iyileştirmeler yapmamıza rağmen sebze üretiminde iyi olmadığını gözlemledik. Verim düşük kaldı, toprağın güçsüzlüğünden dolayı bazı hastalıklarla uğraşmak zorunda kaldık. Bu yüzden stratejimizi önce hayvancılıkla başlamak şeklinde kurguladık. Su ve enerji döngüsünü verimli şekilde değerlendirmek, toprağa organik madde verebilmek, toprağın yapısını ve ekosistem süreçlerini geliştirebilmek için en uygun ve ekonomik araç hayvan entegrasyonuydu. Araziyi planlayarak hayvanların arazinin belli parçalarında belirlenmiş sürelerde otlamasını sağladık.

– Uygulaması nasıl oluyor?
Hayvanların geçmişte kendi doğal davranışıyla yaptığı şeyi siz planlı bir şekilde gerçekleştiriyorsunuz. Bilinen en eski mesleklerden bir tanesi çobanlık. Ama önce şuna karar vermeniz lazım. Hayvanlar alandaki her şeyi yiyip bitirsinler mi, yerdeki her şeyi un ufak etsinler mi, yoksa çiğneyip bir kısmını orada bıraksınlar mı ya da sadece üstünden birazcık tıraşlayıp gitsinler mi?.. Hepsi çobanlıkla idare edebileceğimiz şeyler. Bunun temeli hayvanları sıkışık otlatmak, kısa sürelerde yüksek yoğunluklarda belirli noktalarda otlatıp daha sonra hareket ettirmek, arazinin içerisinde bitkinin toparlanma süresini dikkate alarak gezdirmek.

Çok sayıda hayvanın çok kısıtlı bir alanda yapay yem ve ilaçla beslendiği endüstriyel tarım, hayvan ve insan sağlığı kadar sera gazı salımıyla iklimi de olumsuz etkiliyor.

– Portatif çitlerle mi kullanıyorsunuz?
– Çok büyük arazilerde çit çekmek pratik bir şey değil, gerek de yok. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizdeki meralarımız oldukça geniş. Ama Ege bölgesi gibi parsellerin küçük olduğu bölgelerde elektrikli çit ekonomik olması ve pratikliği bakımından kullanılabiliyor. Bunlarla araziyi çeşitli sayılarda padoklara bölebiliyoruz. Bitkilerin ve toprağın ihtiyaçlarına bakıyoruz. Nasıl bitki örtüsü var, hayvanların orada ne kadar süre kalmasını istiyoruz gibi şeyleri hesaplıyoruz. Buna göre hayvanları orada bırakıp ertesi gün veya iki gün sonra geliyoruz. Hayvanları sonraki bölmeye alıyoruz. İnekler çabuk alışıyor zaten. Tek bir çit bile yetebiliyor, elektrik vermeye bile gerek kalmayabiliyor bir süre sonra.

– Bunun toprağa bir faydası oluyor mu gerçekten?
– Hem de inanılmaz şekilde. Hayvanların topraktaki verimliliği arttırması, bir döngüyü tamamlamakta işlevli olması insanın buluşu değil zaten. Bu yüz binlerce yıllık bir evrimin deneyimi. Bu sayede şimdiye dek toprak bereketini sürdürmüş. Bunu daha iyi hale getirmek için bile fazla bir şey yapmamız gerekmiyor.
Bugün onarıcı tarım pratikleri içerisinde en önemli uygulamalardan bir tanesi hayvan entegrasyonu. Hatta tarımcılar açısından ileri bir seviye gibi görünüyor. Bu uygulamayla toprağın su tutma kapasitesi ve su alma miktarı artırılabilir, otlanma artıkları ve dışkılarla beraber topraktaki mikrobiyolojik faaliyet hızlandırılarak toprak yapısı iyileştirilebilir.

Ege bölgesi, Akdeniz iklimi kırılgan bir yapıda. Sorun bir çiftçiye, budadığınız zeytin dallarını yığsanız kaç yılda çözünür diye, onlarca yıl derler. Çünkü nemlilik yeteri kadar değil. Yarı kurak bir bölge burası ve gittikçe de tropikleşiyor. Yani daha da kuraklaşıyor. Hayvanlar bu biyolojik çözünümü hızlandırmak için muazzam bir rol oynuyorlar. Besin zincirinin hızlı bir şekilde ilerlemesi için çok önemli bir rol oynuyorlar. O yüzden entegrasyonda kendi tarımsal artıklarının hızla toprağa dönüşüp besin döngüsüne girmesi için çok önemli bir araç.
Aynı zamanda kazançlı bir uygulama. Çiftçi açısından maliyetleri azaltan etkisi var, girdi kullanımını azaltıyor. Bazı mekanik işleri hayvancılık kullanarak halledebiliyorsunuz. Ekim yapmak için örtü bitkisini sonlandırmak istiyorsunuz mesela, sokun hayvanları araziye. Kendi hayvanlarınızın olması da gerekmiyor. Bölgedeki çobanları, onların hayvanlarını da kendi bütüncül yönetiminizin bir öğesi olarak görebilirsiniz. Biz bu dönem öyle yapıyoruz mesela. Bizimki gibi rüzgar ve su erozyonunun olduğu eğimli arazilerde örtücü bitkileri kesmeden yatırmak ve hayvanların ayaklarıyla çiğnemesi daha iyi bir yöntem. Otları kaybetmemek için köküne bağlı kalması gerekiyor. Bugün merdaneyle yatıracağız, daha sonra da köyden görüştüğümüz hayvan sahibi çiftçilerle, keçicilerle ayarlayıp onların sürüsünü araziye alacağız. Daha iyi çiğneyecekler, gübre bırakıp biyolojik çözülmeyi hızlandıracaklar.

Bunların denemelerini dünyanın çeşitli yerlerinde yapan çiftçiler var ve son derece başarılılar. Verim artışları çok büyük. Toprağın durumuna göre dört beş kat verim artışı yakalanabiliyor.

Sadece toprak olarak da bakmamak lazım. Endüstriyel hayvancılık yüzünden hayvanlar şu anda metan gazı salımıyla ilgili topa tutuluyor. Bütüncül yönetimde hayvanların sindirimleri esnasında ortaya çıkardıkları metan gazının azaldığı, hatta iyi yönetimle topraktaki karbonu artırabildikleri ve atmosferden karbondioksitin çekilmesine böylelikle katkı yapabildiklerine dair çalışmalar gittikçe daha da artıyor. Tabii ki bu yeni bir uygulama ve şu an için elde çok fazla veri yok. O yüzden çiftçilerin daha çok bunu gönüllü bir şekilde uygulayıp nasıl faydalar sağladığını beyan etmeleri, bu uygulamanın sonuçlarının yakından gözlenmesi büyük önem taşıyor.

Burada biraz da proaktif olmamız gerekiyor. Sonuçları dışarıdan beklemektense yapıp deneyerek görmek, bunun tecrübelerini paylaşmak önemli. Zaten çiftçilerin çoğu da bunu denedikten sonra kendisine fayda sağladığını gördükleri için sürdürüyorlar. Havadaki karbonu çekeyim ya da iklim değişikliğini düzelteyim diye başlamadılar bu işe. Masraflarımı azaltayım, otlarım daha iyi büyüsün, daha az maliyetle 100 yerine 150 hayvana bakabileyim, hayvanlarım daha sağlıklı olsun, daha sağlıklı ürünler sunabileyim gibi gayelerle başladı ve devam ediyor, ivmeleniyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir