Selçuk Belediye Başkanı Filiz Ceritoğlu Sengel: Selçuk’un renklerinden bir gökkuşağı yapacağız

Çok görkemli bir tarihe sahip olan Selçuk’u nasıl bir gelecek bekliyor? Bu soruyu yanıtlayacak en doğru isimlerden biri yeni Belediye Başkanı Filiz Ceritoğlu Sengel olmalı. Selçuk’un enerjik, güler yüzlü ve iddialı Başkanı, daha şimdiden Selçuk’un yakın geleceğinde iz bırakacak gibi görünüyor. Kendisine Selçuk’un potansiyelini ve geleceğini sorduk.

Şunu sorarak başlayayım, seçimlerden önce “Selçuk’u hak ettiği noktaya hep beraber taşıyacağız” demiştiniz. Bu söz Selçuk’un potansiyellerini işaret ediyor sanırım. Nedir bu potansiyeller, Selçuk’un hak ettiği noktayı nasıl tanımlıyorsunuz?
Filiz Ceritoğlu Sengel: Selçuk’un muazzam bir potansiyeli var. Herkesin bildiğinden, ilk akla gelenden başlayayım. Selçuk’ta birkaç kilometrelik bir yürüyüş yapabilsek keşke, kendi gözünüzle görseniz. Her adımımızda tarih… İZBAN istasyonundan çıkın, hemen karşınıza İzmir’in en eski ikinci oteli çıkacak. Bugün Carpouza Cafe diye bildiğimiz yer. Sağ tarafınızda Bizans’tan kalma su kemerleri. Devam ediyorsunuz, St. Jean’ı mezarı. Hıristiyan tarihinin en önemli isimlerinden birisi, İsa’nın havarilerinden. Daha sonra Ayasuluk Kalesi. Efes’in ilk yerleşim yerlerinden, MÖ 3000 yıllarına uzanıyor. Aşağı iniyorsunuz, İsabey Camisi. Anadolu Beyliklerinden kalma, 700 yıllık bir tarihi var. Biraz daha ilerliyorsunuz, Artemis Tapınağı ve sonrasında bütün dünyanın bildiği, tanıdığı Efes antik şehri. Buna Yedi Uyuyanları, Meryem Ana’nın evini de ekleyin…
Yani muazzam bir tarihi var Selçuk’un. Üstelik 8500 yıldır kesintisiz olarak süregelen bir tarih bu. Bir şey bitmiş, hemen ardından başka bir şey başlamış ve kent hep yaşamaya devam etmiş. Tüm bu tarih boyunca Selçuk önemli bir uygarlık merkezi olmuş. Bu birikim Selçuk’u hem çok tanrılı hem tek tanrılı dinlerin merkezi kılmış.
İnsanlığın 8000 yıldır tutkuyla bağlandığı bir coğrafya burası. O zaman haklı olarak şu soru geliyor insanın aklına. Nedir insanları buraya bağlayan şey?
Küçük Menderes’in alüvyonlarından beslenen çılgın gibi verimli topraklar üzerindesiniz. Kocaman bir meyve bahçesinde olduğunuzu düşünebilirsiniz Selçuk’ta, ayvasıyla, üzümüyle, narıyla, zeytiniyle… Koca bir tarih boyunca üretmişler, limanında ticaret yapmışlar, dağlarında gizlenmişler insanlar. Yani insanları aç bırakmayan, güvende hissettiren bir coğrafya olmuş Selçuk hep. Bu bereket de Selçuk’un potansiyelinin diğer bir yönü.


Selçuk’un renklerinden bir gökkuşağı
– Tarihsel ve tarımsal bir zenginlikten, buna dayanan bir turizm ve ticaretten söz ediyorsunuz yani. Bu dört “t” ile özetleyebilir miyiz Selçuk’un potansiyelini?
– Evet ama bu potansiyele bir de şunu eklemek lazım. Selçuk’un muazzam bir insani potansiyeli var ayrıca. Göçmenler var, Müştiyan’dan, Girit’ten, Bulgaristan’dan gelenler… Yörükler, Aleviler var. Doğu’dan gelen bir nüfusumuz, Kürtler var. Ermeniler var. Bu bakımdan da tamamen bir renk cümbüşü. Herkesin kendi coğrafyasından getirdiği zenginlikleri kattığı muazzam bir zenginlik.
Bu kadar renk var, biz de bunlardan bir karma yapıp gökkuşağını ortaya çıkarmak, bunu herkese göstermek istiyoruz.

– Anlatışınızdan Selçuk’u sevdiğiniz çok belli. En çok sevdiğiniz özelliği ne diye sorsam?.. Melek Göregenli hocanın yaptığı bir çalışmayı incelemiştim; Selçuk’un zihinsel bir temsilini oluşturmak için Selçuklulara sorduğu sorulardan biri buydu ve çok değişik yanıtlar vermiş katılımcılar. Sizin yanıtınız ne?
Selçuk’un nesini seviyorum biliyor musunuz, Selçuk’ta hayal kurabilmeyi ve kurduğumuz hayalleri gerçekleştirme olasılığının yüksek olmasını seviyorum. Bu bahsettiklerimizin toplamını seviyorum yani. Selçuk’un her insana ilham vermesini seviyorum.


Gençlerin hayallerinde Selçuk’un yeri olacak
– Nesini sevmiyorsunuz peki? Bunu da sormuş Melek Hoca Selçuklulara. Değiştirmek istediğiniz yönü ne Selçuk’un?
– Gençlerin bu potansiyeli görmemesini, burayla ilgili hayal kurmaktan vazgeçmesini sevmiyorum ve bunu değiştirmek istiyorum.
Onları çok iyi anlıyorum tabii. Ben de böyleydim, 18 yaşındayken istediğim tek şey Selçuk’tan bir an önce gitmekti. Selçuk’ta beni heyecanlandıran bir gelecek göremiyordum. Yeteri kadar kültürel aktivite yoktu örneğin. Dışarı çıkıp sinemaya gitmek istiyorduk, gidemiyorduk. Roma Pastanesi diye bir yer vardı merkezde, herkes orada toplanırdı, dondurma yer, sohbet eder sonra evlere dağılırdı. 18 yaşındayken çok küçük geliyordu burası, köy gibi geliyordu. Herkesin vardır ya büyük şehre gitme hayalleri, benimki de öyleydi işte.
Ben de İstanbul’a gittim ama 8 yıl ancak katlanabildim o hıza, o yaşama. Kadıköy’de Haldun Taner Sahnesi’nin dibinde oturuyordum oysa. Moda’da, kültürel ve sosyal hayatın çok canlı olduğu bir yerde. Ama iş hayatına girince hiçbir kıymeti kalmadı, o kadar yorucu bir sistem var ki orada. Burada ise bir huzur, bir sakinlik… Canın sıkıldığı zaman bir arkadaşına telefon açıyorsun, 5 dakikanı almıyor buluşman. Büyük kentlerde ise, hadi diyelim canın sıkıldı, buluşacak kimse bulamıyorsun, herkes o kadar kapılmış ki sonsuz bir koşuşturmaya. Milyonlarca insanın yaşadığı yerde aslında daha içe kapanık yaşıyorsun. Oysa ruhsal olarak daha dışa dönük hale getiriyor böyle küçük yerler insanı.
Gençlerin buraya dair hayal kurmamasının bir sebebi, bu sakinliğin yaşamdaki değerinin henüz farkında olmamaları. Burada kalmak istememelerinin sebebi burada bir potansiyel görmemeleri.
Konumundan ötürü bir handikap da var tabi Selçuk’ta. Eğlence mi istiyorsunuz, Kuşadası çok yakında. Alışverişe mi gideceksiniz, İzmir’de ya da Söke’de çok daha fazla seçenek bulabilirsiniz. Selçuk’un gelişememesinin bir sebebi de bu. Her yere yakın olması çok güzel bir yandan. Ama kentin gelişmesini de zorlaştırıyor bu.

– Bunu değiştirmek için ne var kafanızda?
– Bu işin bir ekonomik tarafı var, bir de en az bunun kadar önemli sosyal tarafı. Gençleri burada tutabilmek istiyorsak sadece istihdam imkânlarını artırmak gibi ekonomik koşullara yoğunlaşmak yetmez. Gençlerin kentle kurduğu bağı güçlendirecek sosyal alanlara ihtiyaç var.
1999 seçimlerine girerken ben 18 yaşımdaydım. O zamanki siyasilerin hedefleri arasındaydı, buraya bir gençlik kültür merkezi yapmak. Üzerinden 20 yıl geçti, hâlâ aynı şeyi söylüyoruz. Şehrin merkezinde sineması, konser salonu olan bir kültür merkezine ihtiyacı var Selçuk’un ve artık bu gerçekleşmek zorunda. Hâlâ konserlerimizi pazar yerinde yapıyoruz. EFEST kentin potansiyelinin buralara sığmadığını gösterdi. Selçuk’un müzik yapan, dans eden, folklor oynayan gençlerini çıkardık sahneye festivalde ve nasıl bir potansiyele sahip olduğumuzu gördük. Gerçekten çok yetenekliler ve o yeteneklerin önünü açacak, destekleyecek bir şeyler yapmamız lazım.
Dışarıdan gelip Selçuk’a yerleşmiş sanatçılar ve çok değerli insanlar var ayrıca. Onların da bu kentin kültürel birikimine katacakları var. Onların gençlerimizle buluşmalarını sağladığımızda ortaya çıkacak şeyleri hayal bile edemiyorum. Tüm bu birikimi değerlendirecek bir kültür politikası oluşturuyoruz bu yüzden.

– Siyasete girmeden çok önceleri kadınların ekonomik ve toplumsal hayatta rollerini güçlendirecek çalışmalar içerisinde bulunuyordunuz. Şimdi de buna özel bir vurgunuz var. Selçuk’un geleceğinde kadınların rolünü geliştirmek için ne yapmayı hedefliyorsunuz?
– Önce ekonomik olarak özgürleştirmek lazım kadınları. Nasıl yaparsınız bunu? Önce kadına para kazanabileceğini, tek başına yetiyor olabildiğini göstermek gerekiyor. İş hayatına dâhil etmek illa ki alıp bir yerde çalıştırmak anlamına geliyor. Kadın zaten her gün üretiyor, çalışıyor. Bunu görünür kılmak, bir ekonomik değer üretmesini sağlamak lazım.
Kadın her gün çamaşır yıkıyor, yemek yapıyor, tarhanasını, salçasını yapıyor, eriştesini kesiyor, biberini patlıcanını kurutuyor, değil mi? Bir çamaşırhane kuracağız örneğin, kadınları istihdam edeceğiz. Şimdiye dek ev içinde kalmış üretimlerini organize edeceğiz ve ürünlerini satın alacağız.
Mesela çok fonksiyonlu bir salça makinesi aldık. Hem domates salçası hem biber salçası hem de tarhana yapabiliyor. Köylere götürdük, dedik ki “getirin domateslerinizi salça yapalım.” Günlerce sürecek işi kısa bir sürede hallettik. Biber için, tarhana için istediler makineyi. Yetmeyince bir makine daha aldık. Şimdi biri merkezde, diğeri köylerde geziyor. Belediye olarak ürettiklerini alacağız ve önce kendi aşevimizde kullanacağız. Sonra yeni pazarlar bulacağız.

– Bu üretim organizasyonu kooperatif gibi bir yapı mı olacak?
– Kooperatifleşme ilgili ciddi adımlar atıyoruz ve atacağız. Ama Türkiye’de insanları bir yere üye yapmak, bir yere imza attırmak, üye yapıp aidiyet duygusu geliştirmek çok zor. Kooperatiflere karşı da bir güvensizlik oluşturulmuş yıllar içinde. Bu yüzden adım adım gelişmesi gerektiğini düşünüyoruz bunun. İnsanların böyle bir kooperatifin hayatlarında gerçek bir değişiklik yaratacağını görmelerini, güvenle üye olmalarını istiyoruz.
Ayrıca kadınların başka alanlarda gelişmelerini sağlayacak adımlar da atacağız. İzmir Barosu’nun Selçuk için geliştirdiği bir proje var örneğin. İlk akla geldiği gibi, kadınlara kadın haklarıyla ilgili hukuksal eğitim vermek şeklinde değil. Bu yetmiyor; dayak yediğin zaman şu numarayı arayabilirsin, karakolda şöyle ifade verebilirsin şeklinde bir bilgi, kadının evde şiddete maruz kalmasının önüne ne yazık ki geçmiyor.
Kadınlara hayatın tüm alanlarında gerekli olan temel hukuksal bilgiyi vereceğiz İzmir Barosu’yla birlikte. Türk Medeni Kanunu yanında, Ticaret Hukuku, İcra İflas Hukuku… Kocası icra takibine düştüğünde kadın itiraz dilekçesi yazabilecek. Haksız bir faturaya itiraz edebilecek. Bunları biliyor olmak, evde aile içi ilişkilerde ona bir güç, bir saygınlık kazandıracak. 1-0 öne geçecek yani.


Köy akademileriyle eğitimi köylere geri götüreceğiz
– Kentin geleceğinden söz ederken çocuklara değinmemek olmaz. Köy akademisi projesi herkesin dikkatini çekiyor bu alanda. Neyi hedefliyorsunuz?
– Çocuklara dokunamıyorsanız geleceğe köprü kuramıyorsunuz, ailede gerçek bir dönüşüm sağlayamıyorsunuz. Köy akademilerinin çıkış sebebi bu, sadece çocukları değil bütün toplumu değiştirmek.
Afet İnan’ın kitabında aktardığı, Atatürk’ün “Cumhuriyet Köyleri” projesi vardır, bilir misiniz? Aslında müthiş bir şey ve raflara kaldırılmış, sonrasında ortaya çıkıyor. İçeriden dışarıya, halka halka genişleyen bir köy yapılanması var burada; sağlık ocağından tiyatrosuna kadar. Şimdi ise köylerin içi boşaltıldı, yok edildi. Başkaları köyden eğitimi çekip köyleri imamlara terk ederken, biz eğitimi köye tekrar götürmeyi amaçlıyoruz. Pek çok derse destek olmanın yanı sıra müzik, tiyatro öğreteceğiz çocuklara. Yabancı dil öğreteceğiz ki Selçuk gibi turizm potansiyeli yüksek bir yerde bu çok önemli. Çocukların hayata daha hazır olmalarını, daha özgüvenli olmalarını sağlamaya çalışacağız böylelikle. Üstelik bu eğitim sadece çocuklar için değil kadınlar için de olacak. Kadının da çıkıp şehre gelmesine gerek kalmayacak mesleki bir eğitim alması için.
Bunun dışında bir çocuk belediyesi kurmak, kuracağımız toprak okulunda çocuklara da tarımı, üretimin önemini anlatabilir hâle gelmek istiyoruz. Aşağıya, temele ineceğiz yani, çocuklardan başlayacağız. Yukarıda öğrettiğiniz şey çok genel geçer oluyor. Ebeveynlere ne öğretirseniz öğretin, evime ekmek götüreyim, evladımı büyüteyim derdi belirleyici oluyor. Bir şekilde maddiyata gidiyor mevzu. Ama çocuk öyle bakmıyor, ona verdiğinizi hazmediyor. Kısa vadede hemen bir maddi getirisi var mı yok mu bakmıyor. İlerisi için bir temel atmış oluyorsunuz. Bizim amacımız bu, bunun için çaba sarf ediyoruz.


Selçuk’taki meyve şölenini herkese göstereceğiz
– Söz tarıma gelmişken, bu alanda hedefleriniz ne?
– Tarımın ülkemizdeki genel durumu düşünüldüğünde üreticinin, köylümüzün desteklenmesi gerekiyor. Bu desteği elimizden geldiğince vereceğiz. Bunu mümkün olduğun kooperatifleşmeyle paralel bir şekilde yapacağız. Biz bir kooperatifleşme süreci başlattık. Daha öncesinden var olan kooperatifler de var. Ayrım yapmadan, doğru temelde yürüyen kooperatiflere destek olacağız.
İkincisi, tohum merkezimizi ve toprak okulumuzu kuruyoruz. Burada iyi tarım uygulamaları gibi konularla ilgili olarak hem Çiftçi Malları Koruma’yla hem Ziraat Odası’yla birlikte eğitimler vereceğiz. Selçuk’un ata tohumlarına erişeceğiz. Zaten şu anda Selçuk Belediyesi’nin kendi tarlasında tohumlarımızı çoğaltıyoruz. Böyle bir tohum merkezi açacağımızı söyler söylemez köylümüzden de değişik yerel tohumlar gelmeye başladı.
Tarımla ilgili yapacağımız bir şey de Selçuk’un tarımsal ürünlerini daha bilinir hâle getirmek. Bu, pazardaki gücünü de artıracak Selçuklu üreticinin. Şen Şeftali adıyla şeftali şenliğimizi yaptık, öncekilerden çok daha canlı ve etkili geçti. Şimdi Şerefine Salkım Hanım şenliğimiz var Gökçealan köyümüzde. Selçuk’un nasıl bir meyve şöleni olduğunu anlatıyoruz bu şenliklerle. Gelecek yıl, ayrı ayrı yerlerde bu kadar şenlik yapmak yerine büyük bir meyve fuarı yapabiliriz diye düşünüyorum. Yurtdışından ithalatçıların, bizim ihracatçıların katılacağı dev bir fuarla Selçuk’un ürünlerini daha da tanınır hale getirebilir, üreticimize yeni pazarlar açabiliriz.

– Son olarak, Selçuk’un bir kadın kenti olduğunu düşünüyorsunuz, neden böyle?
– Bakın, sağımda Artemis solumda Meryem Ana, birlikte oturuyoruz burada. Şaka bir yana, Selçuk gerçekten bir kadın kenti. Bazı antik kaynaklar Efes’in Amazonlar tarafından kurulduğunu söylüyor. Efes Artemis’i Yunan mitolojisinde taşıdığı özelliklerden farklı olarak Anadolulu Ana Tanrıça’nın niteliklerini barındırıyor. Meryem Ana Hıristiyan dünyasının en güçlü kadın figürü. Hayatın üretilmesinde kadının asli rolüne verilen değeri gösteriyor bunlar. Efes-Selçuk’un muazzam tarihinin uzun bir kesitinde böyle olmuş bu. Şimdi ise, kadın yine aynı asli rolü oynuyor; evde, tarlada, pazarda hep kadınların ürettiğini görüyoruz, ama buna denk bir toplumsal konumu yok kadının. Geriye itilmiş, gölgede kalmış. Artemis’le Meryem Ana’nın arasında oturan bir kadın belediye başkanı olarak en büyük sorumluluklarımdan birinin bu olduğunu düşünüyorum. Kadına toplum yaşamında, ekonomide, eğitimde hak ettiği yeri kazandırmak. Böyle bir dünya sadece kadınlar için değil, tüm insanlık için daha iyi bir yer olurdu şüphesiz.

– Teşekkür ederiz vakit ayırdığınız için.

________________________________

Menderes çığlık atıyor

– Selçuk bereketini Menderes Nehri’ne borçlu ama son dönemde kirliliğiyle gündeme geliyor. Bu konuda aklınızda ne var?
– Bu büyük bir sorun ve bu sorunun çözümüne dönük adımları atmaya başladık. Menderes İzmir’de başlayıp İzmir’de denize dökülen tek nehir. Bozdağ’da başlıyor ve bütün çerini çöpünü taşıyarak Selçuk’ta dökülüyor. Yatağı boyunca hem yeraltı sularımızı zehirliyor hem de toprağımıza zarar veriyor. Ama bunu engellemek, bu sorunu çözmek bizim tek başımıza yapabileceğimiz bir şey değil. Sadece Selçuk’ta değil bütün bu havzadaki kurum ve kuruluşların dâhil olması lazım. Bütün İzmir’in hatta Türkiye’nin sorunu bu, çünkü çok verimli bir havza ve İzmir’de üretilen sebze meyvenin çoğu bu havzadan çıkıyor.


– Bütün bu bileşenleri bir araya gelmeye zorlayacak bir şeyler yapmak lazım o halde?
– “Menderes çığlık atıyor” dedik zaten ve geçtiğimiz günlerde Meclis’e taşındı. İzmir milletvekillerimiz Atila Sertel ve Kani Beko önergelerini verdiler. Menderes’in temizlenmesi aslında 2012 yılında gündeme gelmişti, bazı yetkili makamlar Menderes’in suyunu bardağa koyup içebilirsiniz demişti. İnsanın böyle bir şeyi evladında denemesi lazım önce, ben şahsen denemem. Bir bütçesi de vardı o zaman Ankara’nın ama kaldı öyle. Bunu tekrardan canlandırmak için elimizden geleni yapacağız, çok büyük bir kampanya yapacağız gerekirse.