Temiz ve adil gıda için gıda toplulukları

“Başarılı örnekler oldukça çoğalan, kendi içinden yenilerini türeten bir yapı gıda toplulukları. Topluluk destekli tarım sayesinde üreticilerimiz daha fazla üretebilmeye başladılar. Biz de sağlıklı, nasıl üretildiğini bildiğimiz ürünleri kullanıyoruz artık mutfaklarımızda.Maalesef dünyayı kurtaramayız ama kendi çevremizi değiştirebiliyoruz bir nebze. Bu da içimizi rahatlatıyor.”

Tarım ülkesiyiz, kendimize yeteriz, aç kalmayız diyoruz ama patates kuyruklarında sıralandığımız günleri de gördük sonunda. Ülkede tarım bu noktadayken sağlıklı gıdaya ulaşmak da giderek büyüyen bir sorun hâline geliyor. İşte bu noktada, tek tek tüketicilerin bir araya geldiği, küçük üreticiyle doğrudan iletişime geçtiği, üretimi yönlendirerek sağlıklı ve adil bir gıdaya doğrudan ulaşma imkânlarını geliştirdiği gıda topluluklarının sayıları da giderek artıyor. Biz de bu topluluklarla ilgili merak ettiklerimizi Gediz Ekoloji Topluluğu (GETO) üyelerinden Esin Pamuk’a sorduk. Buyrun…

– Gıda toplulukları hangi ihtiyacın ürünü, oradan başlayalım mı?
Esin Pamuk: Öncelikle bilinçli beslenmeyle ilgili… En azından kendi adıma konuşayım, ana çıkış noktam etik gıdaya ulaşmak istemekti. Özellikle çocuğum için, zira bu daha çok çocuklu ailelerin yaşadığı bir sorun. Sağlıklı beslenmek, etik ve doğal gıdaya ulaşmak arzusuyla bir araştırma içerisine girdim. O şekilde gıda topluluklarına ulaştım.
– Burada bir parantez açalım mı, etik gıdayla ne kastediyorsunuz,?
– Konvansiyonel, ticari ya da fabrikasyon olmayan; doğaya duyarlı, küçük üretici tarafından yerel tohumlarla üretilmiş, pazara çok uzun yollardan gelmemiş yani karbon ayak izi yüksek olmayan gıda… Üretenin de kullananın da beklentilerini karşılayan…
İzmir’de yaşayan insanlar olarak bizim yerel gıdaya çok kolay ulaşabiliyor olmamız lazım normalde. Ama maalesef öyle olmuyor. Bu kaygılarla yola çıkarak doğal ve etik gıdaya ulaşmaya çalıştım, böyle bir arayış içine girdim kendimce.
– GETO’ya varana dek nasıl gelişti bu arayış?
– Ben Buğday Derneği’nde bu bilince kavuştum, öncelikle bunu söylemem lazım. Buğday Derneği’nin yönlendirdiği, bilinçlendirdiği bir şey gıda toplulukları, hatta “gidatopluluklari.org” diye bir sitesi var derneğin. Uygulama şöyle: Gıda topluluklarının doğası gereği yerelde ve küçük topluluklar şeklinde organize olması gerektiği için, dernek kendisi organize etmiyor, sadece üyelerini bilgilendiriyor, yönlendiriyor. İstersek, çaba gösterirsek, gıda topluluğu kurabilmemiz için destek sağlıyor.
Ben de Buğday Derneği vasıtasıyla, Batı İzmir Topluluk Destekli Tarım Grubu’yla (BİTOT) tanıştım. Çeşme, Karaburun, Urla, Seferihisar ve Güzelbahçe bölgesinde kurulmuş bir oluşum bu. O bölgede yaşayan, sağlıklı ve adil gıdaya ulaşmak isteyen insanlar sosyal medya üzerinden bu oluşumla bağlantı kurabilirler dilerlerse.
Önce sadece alışveriş yaptım, sonrasında gönüllü olarak çalışmaya başladım. Zaten gıda toplulukları gönüllü emek üzerinden yürüyen organizasyonlar. Belli bir kapasiteye ulaştıktan sonra da bölünerek çoğalması gerekiyor. Yoksa yerellik ve gönüllülük niteliğini yitirebiliyor. Biz de bölündük ve Karşıyaka tarafında, Gediz Havzası’nda bir başka topluluk kurduk. Bu bölgede üreticimiz de fazlaydı, Gediz Ekoloji Topluluğu olduk.
– İzmir’in kuzeyi yani…
– Evet, buradaki üreticiye ulaşalım, bu taraftan insanlarla bir topluluk kuralım dedik. Buğday Derneği ve gidatopluluğu.org sitesinden edindiğimiz bilgilere ve BİTOT’taki tecrübelere sahiptik, dolayısıyla işimiz oldukça kolay oldu. Doğal gıdaya ulaşmak için bir çabanız varsa, bir gayretiniz varsa bunu yapmak zor değil zaten.


Tüketici değil türetici
– Nasıl bir işleyişi var peki bu toplulukların? Üretici ve tüketici nasıl bir araya geliyor?
– Önce şunu belirteyim izninizle, biz tüketici değil türetici demeyi tercih ediyoruz. Çünkü mevcut düzenin içerisindeki sorgulamadan tüketme alışkanlığının tersine, biz aldığımız ürünlerin ekolojik ya da sosyal açıdan adil olmasını talep ediyor, bunu sağlaması için üreticiyle birlikte hareket ediyoruz. Dolayısıyla üretime müdahil olmaya, destek olmaya da çalışıyoruz. Pasif bir tüketici değil yani gıda topluluklarından alışveriş yapan insanlar. Sadece satın alan değil, aynı zamanda adil gıdayı destekleyen kişiler olarak kendimize türetici diyoruz.
İşleyişe gelince, kendi bölgemizden, Gediz Ekoloji Topluluğu örneğinden anlatayım. BİTOT’tan bölünüp bu tarafa geldiğimizde, Foça’da Buğday Derneği’nin oluşturduğu TaTuTa Çiftliği ağından tanıdığımız Fadime Ablamız vardı, önce ona ulaştık. Beraber Foça bölgesini gezip kendimize uygun, yerel tohumla, ilaç, gübre ve kimyasal kullanmadan doğal üretim yapan küçük üreticileri bulduk. Kendimizi anlattık. Onlardan ürün almak istediğimizi, onlara destek olmak istediğimizi söyledik. Birkaç üreticiyle kendimize göre bir ürün listesi oluşturduğumuz bir hazırlık sürecinden sonra, sosyal medya üzerinden şehirdeki insanlara, “üreticilerimizde şu ürünlerimiz var, bunları bizimle paylaşmak, gönüllü olarak organizasyonumuza katılmak ister misiniz?” diye çağrı yaparak bir topluluk oluşturmaya çalıştık.
Üç üretici ve on türetici bir araya gelerek başladık dağıtıma. Şu an her dağıtımda en az otuz kişi geliyor. Otuz aile demek bu.
– Bu dağıtım buluşmaları dışında üreticiyle temasınız nasıl oluyor? Çiftliğini, tarlasını ziyaret etmek, üretimi yerinde gözlemek, belki bir anlamda denetlemek gibi…
– Zaten ilk şartımız o. Önce üreticiye gidiyoruz. Topluluğumuzun oluşturduğu ilkeler var, onları anlatıyoruz. Bu arada şunu da ekleyeyim yeri gelmişken, her gıda topluluğu kendi başına, bağımsız ilkelerini belirliyor. “Gıda topluluğunun ilkeleri şudur…” diye bir anayasa ya da kural yok. Türkiye’deki ya da yurtdışındaki gıda toplulukları, hepsi bağımsız olarak kendi kurallarını belirliyor. Mesela Gediz Ekoloji Topluluğu olarak biz yerel tohumları önemsiyoruz. Ama belki bir başka gıda topluluğu “hibrit tohum olabilir ama organik olsun” da diyebilir.
– Bu kurallar topluluğun ortak beklentilerde buluşması açısından da önemli, değil mi?
– Tabii ki. Aramıza yeni insanlar katıldıkça bilgilendirme ve değerlendirme toplantıları yapıyoruz. Orada da ürünlerimizi, üreticilerimizi, topluluğumuzun değerlerini, ilkelerini tekrar tekrar gözden geçirip, gerekirse yenileyip, karşımıza çıkan sorunlara çözüm getiriyoruz.
Üreticiyle bağlarımıza dönersek; onlardan da bu ilkelere uygun bir üretim yapmasını bekliyoruz. Mutlaka yerinde ziyaret ediyoruz. Uygun üretim yaptıklarını onaylıyoruz. Çiftliklerini geziyoruz, ürünleri değerlendiriyoruz. Gıda topluluğuna üye olan bir üreticinin kapılarının türeticilere her zaman açık olması gerekiyor. Bunu kabul eden üreticiyle çalışıyoruz. Foça’ya yolu düşen topluluktan herhangi birisi uğrayıp Ahmet Amca’nın bahçesini ziyaret edebilir örneğin. Onunla tanışıp bir çay içebilir. Aldığı ürünün nereden geldiğini görebilir. Bu açıklıkta ve samimiyette yürüyor, üreticilerle türeticiler arasındaki ilişki.
– Bir sertifika sistemi yok o halde. Karşılıklı benimsenmiş ilkelere, açıklığa ve doğrudan denetime dayanıyor sistem.
– Evet, üreticilerimizle iç içeyiz zaten. Daha çok kaynaşmak, birbirimizin sorunlarını, problemlerini çözmek, türeticinin kafasındaki soru işaretlerini gidermek için hep üreticiyle yan yana hareket ediyoruz. Dağıtım buluşmalarına üreticilerin kendilerinin gelmesini mümkün mertebe istiyoruz. Bir yandan dağıtım yapılırken, bir yandan çay içiyor, sohbet ediyor, ürünlerle ilgili bilgiler paylaşıyoruz. Giderek büyük bir aile gibi oluyoruz. Böylelikle daha samimi ve birebir, omuz omuza bir paylaşım yapılmış oluyor. Bunun dışında da çiftlik ziyaretleri yapıyor, ortak piknikler, beraber bulgur yapmak, sirke yapmak gibi etkinlikler düzenliyoruz.


Dünya için küçük ama bizim için büyük
– Fiyatlandırmayı nasıl yapıyorsunuz? “Adil” dediğimizde hem üreticiyi hem de alım gücü sınırlı olan tüketiciyi kollayan bir denge olması gerekiyor sanırım, sağlıklı ve doğal beslenmenin bir lüks olmaması için.
– Çok güzel oldu bunu sormanız. Biz üreticilere bu düzenin getirdiği organik sertifika zorunluluğunu dayatmıyoruz. Bu sertifikanın getirdiği maliyeti onların üzerine yüklemiyoruz. O yüzden de fiyatların marketlerin organik reyonlarındaki fiyatlardan daha uygun olmasını bekliyoruz. Topluluğun ortak kararıyla fiyatları belirliyoruz. Üreticinin verdiği fiyatlar marketlerdeki organik ürün fiyatıyla ve piyasadaki konvansiyonel ürünler arasında bir dengede ise bunu kabul ediyoruz. İçimize sinmeyen bir durum olduğu zaman topluluk olarak değerlendiriyoruz. Tamamıyla yatay bir şekilde, üretici ve türeticinin katılımıyla karar veriyoruz.
– Kimseyi üzmeyen bir sonuca varmak mümkün olabiliyor yani, değil mi?
– Evet, ortayı bulmaya çalışıyoruz mutlaka. Hiçbir sıkıntı yaşamadık şimdiye kadar. Üreticilerimiz de, satış yükünü üstlerinden aldığımız için makul bir fiyat talep ediyorlar zaten, mutlaka anlaşıyoruz. Tabii çok zor üretilen ürünler var. Bazılarının fiyatları yüksek oluyor doğal olarak. Mesela yeşil mercimeği yüksek fiyata alıyoruz. O kadar az ve o kadar zor üretiliyor ki, onun değerini bilerek, hiç düşünmeden, pazarlık yapmadan kabul ediyoruz. O emeği bildiğimiz için, yeri geldiğinde üreticilerle birlikte çalıştığımız, nasıl üretildiğini bildiğimiz için, emeğinin karşılığını mutlaka vermeye çalışıyoruz.
– Başarılı görüyor musunuz gıda topluluklarını?
– Gerçek bir ihtiyacı karşılamak için doğru bir araçla emek sarf ettiğinizde neden başarısız olasınız ki… Başarılı örnekler oldukça çoğalan, kendi içinden yenilerini türeten bir yapı gıda toplulukları. Dört yıl içinde dört tane gıda topluluğu oluştu kendi içerisinden gelişerek. Topluluk destekli tarım sayesinde üreticilerimiz daha fazla üretebilmeye başladılar. Yetişemedikleri, imkanlarının yetmediği üretimleri bu destek sayesinde yapabilmeye başladılar. Desteklediğimiz, kendi çapında büyüttüğümüz üreticilerimiz oldu. Bu da ümit veriyor bize tabii ki. Maalesef dünyayı kurtaramayız ama kendi çevremizi değiştirebiliyoruz bir nebze. Bu da içimizi rahatlatıyor.
Öte yandan, sağlıklı, nasıl üretildiğini bildiğimiz ürünleri kullanıyoruz artık mutfaklarımızda. Çocuklarımızı bu bilinçle yetiştiriyoruz. Kendi çocuğumda bu farkı görebiliyorum. Hangi mevsimde hangi sebzenin nasıl yetiştiğini, meyvelerin nasıl oluştuğunu, kompostun nasıl yapıldığını öğrenerek büyüyor çocuğum. Ya da bir Anadolu geleneği olan tarhananın nasıl yapıldığını, yoğurdun nasıl yapıldığını öğrenerek büyüyor. Kentli çocukların sahip olmadığı bir şans bu. Bunlar nesilden nesle bu şekilde taşınmış bilgiler ve aktarılmazsa yok olup gidecekler. Bu değerlerimizi kaybetmemek adına da çok önemli buluyorum. Dünya için küçük olabilir ama bu bizler için çok büyük bir hareket diye düşünüyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir