Bir ağaç bir ip

Hangi yaşta olduğun çok önemli değildir, kıçını koyunca o tahtaya, tutunca yandaki ipleri, çocukluğuna ışınlanırsın. Geri geri giderken yüreğin ağzına gelir, saçların yüzüne, öne doğru giderken kocaman gülersin istemsizce. Yüzüne vuran rüzgâr ne gam bırakır yüreğinde ne keder. Ne varsa cebinde eteğinde dökülür sarı toprağa, her yer çimen de olsa onun altı sararmıştır git gelin yarattığı devinimle.
Sevemedim bir türlü şimdinin çocuk parklarını, demir ve plastikten hayal kurulmaz dedim hep. İllaki ağaç illaki ip. Çocukluğunu anlat deseler salıncak derim. Çünkü bir tek orada kovalamaz akrep ile yelkovan birbirini. O salıncak tam da kalbine kurulmuştur çocuğun çünkü. Kocaman bir sandık açılır ben salıncakta sallanırken, içinden ışıklar içinde çocukluğumun çıktığı. Hastalıkların çaldığı çocukluğumdan yemyeşil bir köye giderim üzerindeyken.
Salıncak da köy gibidir, yapılmaz, kurulur. Bir saat zembereği gibidir, başladı mı durduramazsın. Bütün hayallerimi salıncaklar üzerinde kurarım. Kırkını geçmiş bir adamım ama gece yarıları çıkıp sokağa, kimsecikler yokken sallanıp dururum dünya yokmuşçasına. Hemen etrafıma onlarca, yüzlerce salıncak kurulur ve gülen çocuklar görürüm sevginin her rengine bürünmüş. Büyük insanları almazdım gönlüme kurduğum salıncaklara, istemezdi onlar çünkü gülen yüzleri. Hızlı sallayıp korku katarlardı mutluluklara.
Sesli gülmenin ayıp olduğu yıllardı. Yan komşumuz Hatice Teyzenin bahçesindeki eriklerin olgunlaşıp olgunlaşmadığını da bizim bahçedeki salıncak söylerdi. Abim hızlıca sallardı beni, en yükseğe çıkınca görürdüm aradaki duvarın üzerinden, “olmuş olmuuuş” diye bağırırdım ve plan yapardık karanlık çökünce eriğe dalmak için. Bizim bahçede de vardı erik ağacı hem de anısıydı, birlikte ekmişlerdi Annem ile Hatice Teyze ama o daha tatlı gelirdi bize. Çocukluk işte.
İlk paramı da salıncaktan kazandım. Mahalledeki arkadaşlarımı bindirirdim 5 lira karşılığında. O zaman hem çocuktuk hem de saat öyle herkesin kolunda yoktu. 80’lerin başıydı. Tükürürdük bir taşa ve kuruyuncaya dek sallardım. Büyüklerden 10 lira alırdım, onlar daha ağırdı sonuçta ve mahalledeki en büyük çam ağacı bizim bahçedeydi. O demir paralar cebimde ses çıkarınca çok mutlu olurdum, hemen aşağı mahalledeki Halis Bakkala koşardım, her yanımı abur cuburla doldurup yine arkadaşlarımla yerdim.
Bir an önce sabah olsun isterdim gönlümce sallanabilmek için. Şimdinin anne babaları nasıl belli bir süre izin veriyorlarsa bilgisayar için çocuklarına, o zaman da öyleydi. “Yeter çok sallandın’ derdi babam, sanki ona ne zararı vardı.
Bu zamana kadar kendime ne söz verdiysem tuttum, bunu da tutacağım. Kuracağım bahçeme bir salıncak, başım dönene, kıçım acıyana, ellerim tutmayıncaya dek sallanacağım, hem de yağmur yağarken bineceğim üzerine çırılçıplak. Bir elimde uçurtma bir elimde salıncak. Çocukluk böyle geri getirilir ancak. Aldırmayın yaşınıza, başınıza. Ağarmışsa da telleri, kıçınızı koyacaksınız o tahtaya ve çocukluğunuzu sallayacaksınız kirlenmişliğin kucağında. Gideceksiniz anılara, analara. O mutluluğun içerinde bana da bir el sallarsanız ne âlâ.
Salıncakla kalın…