Umur Talu kişisel hikayesiyle de parçası olduğu Beyoğlu’nun 1850’lerden 1950’lere uzanan döneminde, caddenin bir sağını bir solunu arşınlayarak zamanlar arası ve çoğunlukla da zamanlar üstü bir anlatıyı paylaşıyor okurla.
 
Bu lezzetli küçük kitapta Taksim Meydanı’ndan Tünel’e yaklaşık 1.5 km uzunluğundaki İstiklal Caddesi’nin sokaklarını birer birer keşfederken kimi zaman Sait Faik, kimi zaman Fikret Adil’in koluna giriyorsunuz; pastaneleri, meyhaneleri dolaşıyor; Beyoğlu’nun arka sokaklarında Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ıyla veya Sait Faik’in ‘Lüzümsuz Adam’ıyla karşılaşıp selamlaşıyor, Ayaspaşa’dan Sıraselviler’e, Tepebaşı’ndan Galata’ya uzanıyorsunuz.
 
Kimler yok ki bu geçit resminde; Polonyalı devrimciler, komüncüler, Sovyet devriminden sonra gelen casuslar, Beyaz Ruslar, işgal kuvvetlerinin askerleri, sinemalar, mağazalar, oyuncakçılar, tarihi apartmanlar, lokantalar ve kimi kez delice kimi zaman usulca akan o insan seli. Yazarlar, göçmenler, askerler, romanlardan çıkıp gelen hayaletlerle dolu bir cadde. Koskoca bir dünya, nevi şahsına münhasır bir kozmos…
 
Zamanlar arası ve hatta zamanlar üstü demiştik. Umur Talu, bu rehberi kaleme alırken kendi çocukluğunu, liseli halini ve şimdiki halini de alıyor yanına. Büyük dede Recaizade Mahmut Ekrem, dede Ercüment Ekrem Talu da Beyoğlu turuna dahi olarak okuru kendi zamanlarına bir yolculuğa davet ediyor.
 
Umur Talu’nun Beyoğlu yaşantısı ortaokul ve liseyi okuduğu Galatasaray’dan başlıyor. Çocukluğa dair ilk fotoğrafta babası Muvakkar Ekrem Talu var. Bugünün Gezi Parkı, geçmişin Taksim Stadı’nda çekilmiş. Gezi’den önce orada bir de Topçu Kışlası var. Kışla binasından ileri, Harbiye yönünde ise Ermeni Mezarlığı. Gezi direnişine daha çok uzun zaman var. Taksim denilince ilk gelen 1 Mayıs 1977 var sonra. The Marmara Oteli’ne konan alçak bir bomba ile aramızdan alınan Onat Kutlar ve Yasemin Cebenoyan…
 
Okul hayatı bittikten sonra da Beyoğlu’nda yaşamayı seçen Talu, bu edepli ve edepsiz kent rehberi için sokak sokak, bina bina Beyoğlu tarihini bir kez daha mercek altına almış. Beyoğlu’nun sanatçıları, müdavimleri, onların kahramanları yazdıklarıyla yaptıklarıyla kitapta yerlerini alıyor. O kahramanlar kitabın sayfalarında bir kez daha ete kemiğe bürünüyor. Okurla birlikte dolaşıyor, dolaşırken konuşuyor, âşık oluyor, hayal kuruyor, bazen de kafa dağıtıyor.
 
İstanbul’un işgal yılları da sızıyor kitaba, 6-7 Eylül de. Agatha Christie de Pierre Loti de. İtalyan birliğinin kurucusu Garibaldi de Troçki de.
 
Heyecanlı bir koşuşturma içinde Beyoğlu’nun renkli, hüzünlü, coşkulu ve isyankâr zamanlarına tanık olurken dünyanın bu en ‘deli dolu’ caddesinin o benzersiz havasını bir kez daha kokluyorsunuz.
 
Beyoğlu’nun bize bıraktıkları ancak hafızayla yaşatılabilir
 
”Anlattığım Beyoğlu tamamen benim Beyoğlu’m da değildi” diyor yazar Talu. ‘‘Benim olan vardı, benim olan var. Çocuklarımın var. Benim bambaşka türlü olan, bir ‘genesis’ gibi olan, Beyoğlum da var. En azından ölünceye kadar. Binalar kadar duyguların da mirası olmalı. O miras hepimizin. Kitaplarını okuduğumuz, tablolarını gördüğümüz insanların; hala öyle böyle yaşayan, kimi dirilen, kimi artık var olmayan binaların, silinen mekanların ruhunun mirası. Burada, Türkiye’de, İstanbul’da, Beyoğlu’nda o miras ‘hafıza’yla yaşayabilir ancak… Oralardaydık, yaşadık ve öldükten sonra da izlerimiz, hatıralarımız bir yerlerde, birilerinde kalacak. Ne kadarsa artık”.