Sığacık’ta Leman Sam rüzgârı

Şarkıları gibi yaşayan kaç sanatçı var, öyle coşkulu, tutkulu, yalnız, eğilip bükülmeyen. Çok değil herhalde. Ne mutlu ki birini daha tanıdım. Leman Sam Seferihisar’dan geçti, bütün dobralığıyla ve uzun kızıl saçlarıyla. Kendisiyle konseri öncesinde buluştuk. Havada dünden kalma hafif bir yağmur kokusu var, Leman Sam’da ise gecenin uykusuzluğu ve kötü haberlerin, öldürülen hayvanların, kaybolan çocukların gerginliği. Her acıya bu kadar mı açar yüreğini bir insan…
Neyse, sohbete başlıyoruz, havadan sudan, hayattan, eski arkadaşlardan…


Yağmur nedeniyle konserin iptal edileceğinden, gelmeyeceğinizden endişelendiğini söyledi az önce bir dinleyiciniz…
– Yok, ben gelirim. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde bir konserim vardı yıllar önce. Kar, fırtına, uçak seferleri iptal edilmiş. 1200 kilometrelik yolu arabayla hiç uyumadan gidip akşam konsere çıktım. Baktım ki salon dolu, “arkadaşlar” diye sordum, “burayı doldurdunuz ama hiç demediniz mi, ya bu kadın gelemezse?” Bir tanesi kalktı: “Leman Sam’sa gelir dedik”. Bak sen, dedim, bana yükledikleri sorumluluğa bak.
– Zor bir sorumluluk tabii…
– E hayat zorlaşıyor böyle olduğu zaman. Seni bir yere oturtuyor kafasında, o yeri hak etmişsin, bu çok güzel ama bir sorumluluk da yaratıyor.
– İyi tarafı yok mu?
– Olmaz mı, diri tutuyor bir kere. Aynı konserin sonlarına doğru bir çocuk seslendi, “Leman abla bari sen değişme” diye. “Bari”nin altını çiziyorum… Kimler nasıl hayal kırıklıklarına uğrattıysa artık… O beklentiye karşılık verebilmenin mutluluğunu düşün bir. Ama insanı zorluyor tabi, neler yaptırıyor. Bir keresinde, bir sivil toplum örgütünün düzenlediği bir konsere gideceğim. Ama nefrit geçiriyorum, hastanedeyim. Normalde bir şarkıcı ne yapar, “gelemiyorum, şu zamana erteleyelim” der. Neticede herkesin anlayışla karşılayacağı gerçek bir mazeretin var, hastanede yatıyorsun, daha ne olsun. Ben “gideceğim” diye tutturdum. Doktor dedi ki, “mümkün değil, gidemezsin”. “Kaçarım o zaman” dedim. Sonunda yanımda bir doktor, bir hemşire, sahneye bir koltuk koydular, orada söyledim. Mecbur olduğum için değil yani. Yapmasam duramazdım. O sorumluluk ve buna karşılık verebilmenin mutluluğu olmasa yapar mı insan böyle bir şey…
– Peki bir gerginlik yaratıyor mu?
– Yok, yaratmıyor. Ben zaten olduğum gibiyim sahnede. Sevenler de böyle seviyor. Benim gençlerle bağım iyidir. Her yaştan dinleyicim var elbette ama esas bağ kurabildiğim gençler oldu her zaman. Kırk yaş üstünü kendi dinleyicim olarak göremiyorum. Kırkını aşıp yükünü tutanlar, iş güç sahibi olanlar beni dinlemeyi bırakıyor zaten.☺ Parası var, azcık göbek de yapmış, purosunu içiyor, beni ne yapsın, en fazla birazcık nostalji olsun diye dinliyor. Çok dilde şarkılar söylediğim zamanlar İstanbul’un levantenleri sürekli dinleyicim olmuştu, onların yaşlılarıyla güzel bir bağım vardı, o kadar. Gençlerle böyle doğal, olduğumuz gibi bir ilişkiye girince de gerginliğe yer kalmıyor zaten.
– “Bari siz değişmeyin” sözüyle kime laf çakmışlar sizce?
– Kim bilir?.. Kimler nasıl değişiyorsa artık… Mesela şu yandaşlar olabilir. Birkaç taneyken nasıl yüzlerce oldu sayıları… Nasıl MESAM’ı karıştırdılar… Para mevzu olunca bu herkesin tanıdığı, sevdiği, alkışladığı, gönlünde yer açtığı insanların gerçek yüzü görünüyor. Herhalde kastettikleri değişim bu.
– Siz değişmiyor musunuz?
– Ay ben zaten değişemeyecek kadar tembelim. Hem fizik olarak hem karakter olarak… Şaka bir yana, insanların bana “bari sen değişme” derken yüklediği misyonu umursuyorum. Onlar yüklediği için değil, zaten bana ait bir şey. Neyle ilgili tam bilmiyorum ama kendimi bildim bileli dünyaya bakışım, karakterim, zaaflarım hiç değişmedi. Yani zaaflarımla, iyi yanlarımla, yeteneklerimle, yeteneksizliklerimle yaşıyorum. Belki yaşam boyu çok şey öğrendim, kendime bir şeyler katıp öğrenirken zaaflarımı fark edip onları biraz törpüledim, ama hiçbir zaman egoma, üne, paraya teslim olup değişmedim.


– Sokak sanatçısıyım diyorsunuz ya kendiniz için, bu da egoya, üne teslim olmamakla ilgili bir şey mi?
– Sokak sanatçısıyım demedim, sokak şarkıcısıyım dedim. Yurtdışında oturup sokakta çalan birisiyle söylemişliğim de vardır. Böyle bayağı para da kazandı. ☺ Metroda yapacaktım ben de. Daha hiç kimse düşünmüş değildi bunu. Birisine söylemişim, yayılmış, gazeteciler peşime düştü, “ne zaman yapacaksın, gelip çekelim”. Dedim ki “arkadaşlar, benim söylediğim şey böyle kamerayla yapılacak bir şey değil.” İşin doğasına aykırı. Arkanda kameralarla, organize olup sokak şarkıcılığı yapmak… Biraz komik olmuyor mu böyle? Şova, gösteriye dönüştürerek, duyulsun da reklam olsun diyerek… Siz beni bir eyleme, bir dayanışmaya giderken gördünüz mü kamerayla gezdiğimi?
Bu sokak şarkıcılığı şöyle bir şey. Ben her yerde müzik yapabilirim, hiç problem değil. Benim için mühim olan şarkı söylemek. İnsanlar eğer beni severek dinliyorsa yeter. Bunun nerede, hangi ortamda olduğu önemli değil. Bazıları yapıyor ya, kusursuz bir mikrofon olsun, kusursuz bir ses sistemi olsun, beğenmezse mikrofon atmalar, kapris yapmalar, şurada tiz oldu, bilmem ne oldu diye yakınmalar… Belki onlar doğrusunu yapıyorlar ama bana uygun olan bu değil, ben dangıl dungul söylerim. O derece teknik meseleyi fark etmiyor bile zaten dinleyici. Sen o duyguyu aktarabiliyor musun onlara şarkı söylerken, mühim olan bu işte.
Bu bir yandan üzücü tabi. Arkada enstrümanını muhteşem çalan biri var, kimse fark etmiyor, kimsenin umurunda bile değil. Varsa yoksa solisti dinliyorlar. Onun için ben sahnede arkadaşlarımı tanıtırken önem ve özen gösteriyorum. Eskiden daha ince bir dinleyici vardı sanki bu bakımdan. “O arkadaki nefesli ne güzel çalıyor” deyip, sadece beni değil, onu dinlemeye gelenler tanıyorum. Böyle “eskiden …” diye başlayan cümleler kurmayı sevmem ama böyle sanki. Neyse…
– Doğaya ve hayvanlara karşı özel bir duyarlılığınız var. Doğanın yaşamınızda ve kişiliğinizdeki yeri ne? Çok özel bir parçanız gibi sanki…
– Çok yanlış, ben onun bir parçasıyım esas.
– Haklısınız vallahi, yerinde bir düzeltme oldu…
– Evet, ben onun parçasıyım. Her şeyi ona borçluyum inanın. Hiçbir şey bilmeden doğuyorsunuz ya. Belki genetik olarak devraldığınız bazı şeyler olabilir ama gerçekten hiçbir şey bilmeden, aciz, böyle aptal saptal bir şey olarak doğuyor insanın yavrusu. Yeteneksiz ve yetersiz… Bir geyik yavrusu, bir tay öyle değil. Hemen ayaklarının üstüne kalkıyor. Bütün hayvanlar böyle ama insanınki zavallı. Bir zavallı olarak doğuyorsunuz. Ondan sonra herkes birinden bir şey öğreniyor. Kimi annesinden kimi babasından kimi büyükbabasından kimi öğretmeninden ama ben doğadan öğrendim her şeyi. Çünkü annemle babam ayrıydı, büyükannem büyütüyordu beni. Çok vakti yoktu benle uğraşmaya. Konuştuklarından, kendine has davranış biçimlerinden falan aile görgüsüne ait birtakım şeyleri öğrendim ama bunun dışındaki her şeyi doğadan aldım. Anneliği bile oradan öğrendim. Çok meraklı bir çocuktum. Yalnız çocukların yaptığı bir şey midir bu, bilmiyorum. Hayal dünyam çok genişti. Kimseyle konuşmazdım ve hep incelerdim. Çok şey öğrendim doğadan ve ona borçluyum her şeyi yani. Çok duyarlıyım tabii. Hiç toleransım da yoktur bu konuda.

İnsansever değil insansavarım
– Bir keçi katliamı yaşandı burada, adamın biri zeytinliğine girdi diye yirmi beş tane keçiyi öldürdü geçen gün. Sizi çok etkilediğini biliyorum…
– Çok üzüldüm, tansiyonum fırladı, gözüme uyku girmedi dün gece. Tam Seferihisar’a geleceğim diye sevinirken, bu olay… O kadar üzüldüm ki.
Benim köylüyle aram pek iyi değildir. Tabii bilge köylüler vardır, onlara çok saygı duyarım ama cahil olanı hiç sevmem. Bunu söylemekten de hiç çekinmem. Şöyle bir şey. Size kızar ineğinizi öldürür, köpeğinizi öldürür, gelir ağacınızı keser. Ya da köyden gelen haberlere bakın, “kirazı para etmediği için kiraz ağaçlarını kökünden kesti”… Onu da çeker, marifetmiş gibi gazetecilere falan gönderir, internete koyar. Benim Dalyan’da bir evim vardı, küçük bir yer, İstanbul’dan götürdüğüm trafik kazalı hayvanlar için barınak gibi bir yer olmuştu. Nelere şahit oldum orada… Bir dönem nar çok para ediyordu, herkes portakal ağaçlarını kesip nar dikti. Sonra nar da para etmeyince, çat, narı da kestiler. Böyle bir köylü, benim için çöptür, üstelik geri dönüşümü olmayan bir çöptür.
Tam Seferihisar’a gelirken, üstelik de böyle haberlerden kendimi sakınırken, bu haberi görünce, bir yandan çok üzüldüm, canım sıkıldı. Ama bir yandan da dedim ki, o keçileri nasıl olsa keseceklerdi, şimdi birilerine zarar oldu mal olarak, oh olsun. Geçenlerde bir haber vardı ya, 500 koyun atladı uçurumdan, ne kadar iyi bir ölüm gördüler onlar. Şu benim ruhumun hastalığına bakar mısınız, iyi ki oradan atladılar, iyi bir ölümle öldüler diyen bir hâle getirdiler beni bu ülkede; o malımız ziyan oldu diye üzülen sahiplerine bakıp sevinen, teselli olan bir hâle getirdiler.
Malatya’da konsere gittiğimde şöyle bir şey yaşadım. İki tane serseri şu kadarcık bir köpeği arabaların altına itiyorlar, telefonlarını da hazırlamışlar, çekip paylaşacaklar ezilirken. Onların elinden kurtardım, yedirdim, içirdim, aşılarını yaptırdım, güzel bir yere gönderdim. O bana rastladı, talihi bir şekilde döndü. Ya denk gelmeseydi bana…
Bakın burası hayvan dostu bir otel, insanlar köpekleriyle gelmiş. Bakıyorum, sahipleri peşlerinde dolaşıyorlar, gel çocuğum, al su iç, yemek ye, gel yüzünü kurulayayım. Ne güzel değil mi? Ama dün akşam haberlerde gördüğüm, ayakları kesilip ölen, o zalimliğe uğramış köpek, onun ne suçu vardı, ne farkı vardı?..
Kedi köpek meselesinden söylemeyeceğim sadece. Bombus arısı olursanız bakılır beslenirsiniz, başka bir arıysanız terlikle ezerler. Sana bir faydası varsa yaşasın, yoksa, olmasa da olur. İlişme bari, yaşasın kendi kendine. Yok, illa yok edecek insan eğer kendi işine yaramıyorsa. İnsanın doğayla ve başka canlılarla bu ilişkisine tahammül edemiyorum. Size bir şey söyleyeyim, artık adalet diye bir kelimeyi çıkardım kendi sözcük dağarcığımdan. Böyle bir insanlık durumunda adalet olmaz, kendisinden başka bir canlıya böyle bakan bir insan için adalet olmaz. İnsanın olduğu yerde adalet yok artık.
– Bunları böyle söyleyince çok da tepki çekiyorsunuz… Bir tweet atmıştınız neredeyse linç ediyorlardı…
Ne yapayım, tepki çekmemek için eğilip büküleyim mi yani? Ben çok sert yaklaşıyorum, bunun farkındayım. Bu olaylara çok sert yaklaştığımı, ekosistem ve hayvanlar konusunda toleransımın olmadığını kabul ediyorum. Böyle bir yanım var, ama bunu törpülemek için de en ufak bir çaba sarf etmiyorum. Oysa kusur olarak görüyor insanlar. Sürekli böyle tenkitler alıyorum, şöyle eleştiriler geliyor; “Leman Hanım siz ne tatlı, yumuşak bir insansınız, niye böyle yapıyorsunuz da antipatik oluyorsunuz?” Çok memnunum antipatik olmaktan vallahi. Zaten herkes beni sempatik bulursa bu çok vahim bir şey olur.
Ben öyle bütün insanlar beni sevsin, herkesle iyi olayım kaygısında biri değilim. İnsansever değilim, insansavarım hatta.
– Oh, röportajın başlığı da çıktı…
– Öyle oldu vallahi, ilk defa da burada çıktı ağzımdan. Ama sahiden öyle, insansever değil insansavarım. Bu köpek meselesi benim için son noktaydı, bugünden sonra daha da böyle oldu. Etrafımda çeşit çeşit insan olsun diye bir derdim hiç yok. İnsanlık bu hâldeyken, etrafımda olmasınlar daha iyi. Seçici olmaya hakkım varsa burada kullanmak isterim. Saygı duyduğum, sevdiğim insan sayısı o kadar az ki. Sık görüşemesem de onların yeri var sadece hayatımda.
– Son olarak bir de Seferihisar’ı sorayım, nasıl buldunuz, beğendiniz mi buraları?
– Birkaç yıl önce gelmiştim yine. Güzel bir yer tabi ama burası da imarın arttığı, insanların bina dikmek için yarıştığı bir yer oluyor galiba. Marmaris ile başladılar bitirdiler. Bodrum, Çeşme, Alaçatı derken, şimdi de Seferihisar. Umarım sonu öyle olmaz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir